Dosya

Dosya: Türkiye’nin Erkek Düşmanı Yasaları

1. Anayasa

Madde 10: Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.

Madde 50: Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar.

Bunun hiçbir anlamı yok. “Bütün renkler eşittir ama kızıl daha eşittir” demek ne kadar anlamsızsa bu da o kadar anlamsızdır. Diyelim şöyle bir anayasa olsaydı:

Madde 10: Herkes ırk, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

Madde 11: Kürtler ve Aleviler özel olarak korunurlar.

Olağan karşılar mıydık? Kabul eder miydik? Etmezdik. Çünkü böyle bir ayrıcalığın kabul edilmesi için bu kesimlerin ezilmiş olduklarını kanıtlamamız ve bilmemiz gerekir. Kadınların bu ülkede ezildikleri hiçbir düzeyde -bilimsel, yasal, ekonomik vb.- gösterilmemiş, kanıtlanmamıştır. Anayasada da böyle bir gerekçe bildirilmemiş, somut bir olguya dayanılmamıştır. Tersine, iş hastalıklarına, iş kazalarına, yıpranmaya, işsizliğin psikolojik ve toplumsal sonuçlarına baktığımızda kadının kesinlikle avantajlı olduğu açıktır. TC Anayasası kadının ezilmişliğini bir dogma olarak kabul etmiştir.

Madde 67: Silah altında bulunan er ve erbaşlar ile askeri öğrenciler … oy kullanamazlar.

Madde 76: On sekiz yaşını dolduran her Türk milletvekili seçilebilir. En az ilkokul mezunu olmayanlar, kısıtlılar, askerlikle ilişiği olanlar… milletvekili seçilemezler.

Askerlik yasasına ayrıca baktığımızda göreceğiz ki TC yasaları askerlik yükümlülüğünü yalnızca erkeklere yükler. Demek ki askerlik görevi boyunca seçme ve seçilme haklarını da yitirerek kadına göre ikinci kez dezavantajlı duruma düşüyorlar. Öyleyse rahatlıkla söyleyebiliriz ki Türk erkekleri TC anayasasına göre ikinci sınıf yurttaştır.

 

 

2. Askerlik Yasası

Madde 1: Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur.

Yine bir dogmayla karşı karşıyayız. Kadınların askerlik yapamayacakları dogması. Anayasadakinden farklı olarak bu bilimsel düzeyde kanıtlanmıştır. Kadın asker çalıştıran ülkelerdeki yasal düzenlemeler ve uygulamalara baktığımızda yoruma açık olmakla birlikte deneysel olarak da kanıtlandığını söyleyebiliriz. Ancak bu durum bu yasayı adil yapmıyor. Nedeni Askerlik Yönetmeliği’ndedir:

Madde 61: Bedelli askerlik yararlanma şartları ve başvuru esasları şunlardır:

a) Askerlik çağına girmiş yükümlülerden* herhangi bir yaş sınırlandırması olmaksızın fiilî askerlik hizmetine başlamamış olmak.

e) Kanunda belirtilen bedel tutarını başvuru tarihinden itibaren iki ay içerisinde (ç) bendindeki süreyi aşmamak üzere peşin ödemek.

ğ) Bir aylık temel askerlik eğitimini tamamlamak.

*Madde 4: Yükümlü: Askerlik hizmetini Kanun hükümleri gereğince yerine getirmek veya yerine getirmiş sayılmak zorunda olan erkek Türk vatandaşı.

Anayasaya göre kadının çalışma ve kendi geçimini sağlama hakkı var, hatta gördüğünüz gibi kadına bu konuda kayırmaca var! Askerlik para ödeyerek yapılabilecek bir görevse kadının erkekten hiçbir eksiği yok, hatta avantajı var. Buna rağmen kadın bedelli askerlik de yapmıyor. Bir aylık temel eğitim ne siper kazmayı, ne ağır kaldırmayı, ne de çamurda sürünmeyi içeriyor. Yalnızca kuramsal ve kavramsal eğitim, disiplin eğitimi, nöbet, silah eğitimi gibi kadınların rahatlıkla yapabilecekleri uygulamayı kapsıyor. Bu durumda kadının bedelli askerlik yapamaması için hukuki veya bilimsel hiçbir gerekçe olamaz.

Türkiye, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni itiraz kaydı olmaksızın kabul etmiştir.

Madde 23.3: Çalışan herkesin, kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirilmeye hakkı vardır.

Bu kurala göre bedelli olmayan askerlik insan haklarına aykırıdır çünkü ücretlendirilmemektedir. İnsan haklarına aykırı bir durum yalnızca erkeklerin aleyhine olduğunda hiç kimse umursamıyor. Türkiye, BM’nin Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin aşağıdaki maddesini de kabul etmiştir:

Madde 8.3.a: Hiç kimseden zorla ya da zorunlu olarak çalışması istenemez.

Madde 8.3.c.2: “Zorla çalıştırma” terimi askerliği kapsamaz.

Şimdi bunun üstüne askerlik görevini yalnızca erkeklere yüklerseniz bu, sözleşmelere aykırı olan zorla çalıştırma ve ücret ödememe haksızlığını erkeklere yapmak anlamına gelir. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti, bu uluslararası sözleşmeleri onaylayarak da erkeği ikinci sınıf yurttaş yapmıştır. Demek ki neymiş, insan hakları bu ülkede görünürde herkes içinmiş ama aslında kadın içinmiş.

 

 

3. İş ve Sosyal Güvenlik

Emeklilik ve sosyal sigorta

Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Madde 28: Kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olmaları ve en az 9000 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması şartıyla yaşlılık aylığı bağlanır. Ancak, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı sayılanlar için prim gün sayısı şartı 7200 gün olarak uygulanır. b) (a) bendinde belirtilen yaş şartı;

1) 1/1/2036 ilâ 31/12/2037 tarihleri arasında kadın için 59, erkek için 61,

2) 1/1/2038 ilâ 31/12/2039 tarihleri arasında kadın için 60, erkek için 62,

3) 1/1/2040 ilâ 31/12/2041 tarihleri arasında kadın için 61, erkek için 63,

4) 1/1/2042 ilâ 31/12/2043 tarihleri arasında kadın için 62, erkek için 64,

5) 1/1/2044 ilâ 31/12/2045 tarihleri arasında kadın için 63, erkek için 65,

6) 1/1/2046 ilâ 31/12/2047 tarihleri arasında kadın için 64, erkek için 65…

Geçici Madde 9: …kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmak ve 7000 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak şartıyla veya kadın ise 58, erkek ise 60 yaşını doldurmak ve 25 yıldan beri sigortalı bulunmak ve en az 4500 gün malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi ödemiş olmak şartıyla yaşlılık aylığından yararlanırlar.

Geçici Madde 39: …kadın ise 50, erkek ise 55 yaşından sonra…

Çok uzayacağı için maddelerin hepsini sıralamıyorum bile. Yukarıdaki örüntü hiç değişmiyor. Sanki erkek kadından uzun yaşıyormuş veya daha rahat, daha az yıpratıcı işlerde çalışıyormuş gibi, emekliliğini hak etmek için kadından hep daha çok çalışmak zorunda. Kadının prim günü 3600’a ve emeklilik yaşı 50’ye kadar düşebiliyorken erkeğin prim günü 5400’ün ve emeklilik yaşı 61’in altında olamıyor. TÜİK’in verilerine göre Türk kadını Türk erkeğinden 3~4 yıl uzun yaşıyor. Bu durumda erkek kadından 3~5 yıl fazla prim ödemesine rağmen 3~4 yıl eksik emekli aylığı alıyor. Erkeğin 3 ila 5 yıl boyunca ödediği fazladan primle kadınların emekli aylığı ve sağlık harcaması ödeniyor! Erkek toplamda 6~9 yıllık bir kazık yiyor.

Madde 41.a: Kanunları gereği verilen ücretsiz doğum ya da analık izni süreleri ile 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri kapsamındaki sigortalı kadının, üç defaya mahsus olmak üzere doğum tarihinden sonra iki yıllık süreyi geçmemek kaydıyla borçlanılacak sürelerde uzun vadeli sigorta kolları açısından sigortalı sayılmaması ve çocuğunun yaşaması şartlarıyla talepte bulunulan süreleri … borçlandırılarak, borçlandırılan süreleri sigortalılıklarına sayılır.

Demek ki kadın, erkekten ortalama iki yıl az çalışması yetmiyormuş gibi evde çocuk bakarak geçirdiği altı yılı da sigortaya saydırabiliyor. Buna gebelik iznini, bol keseden dağıtılan doktor raporlarını ve emzirme iznini de ekleyin. Kadın, resmen erkeğin yarısından az çalışarak aynı emekli aylığını ve aynı sağlık sigortasını edinebiliyor. Üstüne bir de erkekten daha uzun yaşıyor. Bu paraların ve hizmet bedelinin bir yerden geliyor olması gerekir. İşte bütün bu yükü sırtlayan, sigorta sistemine dahil erkeklerin emeğidir. “Eşit işe eşit ücret” mi dediniz? “Eşit” koşullardaki kadın, bir erkekten toplamda 15 yıla kadar daha uzun süre emekli kalarak aynı aylığı ve aynı sigorta korumasını alabiliyor. Bu sömürü değil, sömürünün katmerlisidir.

Kamu sektöründe de özel sektörde de durum değişmiyor. Hatta özel sektörde kimi zaman durum erkeklerin aleyhine daha da ağırlaşıyor. Arçelik personel yönetmeliği madde 27: “Gebe çalışana ücretsiz izin verilir.” Aynı yönetmeliğin 29. maddesi: “Askere giden çalışan işten çıkarılır.”

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Madde 23: Herkesin, herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.

Bu durumda ya “eşit” sözcüğünün hiçbir anlamı yok ya da erkek insandan sayılmıyor.

 

 

Baba sömürüsü

Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Madde 34: Ölen sigortalının 33 üncü madde hükümlerine göre hesaplanacak aylığının … Yaşları ne olursa olsun evli olmayan, evli olmakla beraber sonradan boşanan veya dul kalan kızlarının her birine % 25’i oranında aylık bağlanır.

TC Hükümeti’nin “eşitlik” adı altında yaptığı tam olarak şudur: Geleneksel/eski dünyanın kuralı erkeğin aleyhine ise onu korumak, kadının aleyhine ise yenisiyle değiştirmek. Kadın hakları ve cinsiyet eşitliği adı altında önümüze konan politik gündem hep budur, hiç şaşmaz. Nikahta takılan altınların geline ait olması geleneği kadının yararına olduğu için aile mahkemeleri bunu gözetirler. Ama ailenin reisinin erkek olması erkeğin (ve dolayısıyla ailenin) yararına olduğu için bunu çiğnerler. Feminizmin özeti budur.

 

 

Bütün çocuklar eşittir ama kız çocuklar daha eşittir

Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Madde 37: Evlenmeleri nedeniyle, gelir veya aylıklarının kesilmesi gereken kız çocuklarına evlenmeleri ve talepte bulunmaları halinde almakta oldukları aylık veya gelirlerinin iki yıllık tutarı bir defaya mahsus olmak üzere evlenme ödeneği olarak peşin ödenir.

 

 

Ağır işler erkeğe

Gece çalıştırma yasağı

İş Kanunu Madde 73: Sanayiye ait işlerde on sekiz yaşını doldurmamış çocuk ve genç işçilerin gece çalıştırılması yasaktır. On sekiz yaşını doldurmuş kadın işçilerin gece postalarında çalıştırılmasına ilişkin usul ve esaslar Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikte gösterilir.

Bir dakika, feminist kadınlar “gece gece sokakta sürterim, bar pavyon gezerim, sana ne” demiyorlar mıydı? Bundan bana ne ise gece postasında çalışan kadının derdinden de bana ne, öyle değil mi? Ya kadının gece dışarı çıkması risklidir ve bu yasa kadını korumakta haklıdır ya da kadın gece dışarı çıkmakta özgürdür ve bu yasa erkeği kadına ezdirmektedir. İkisi birden doğru olamaz!

İş Kanunu Madde 74: Hekim raporu ile gerekli görüldüğü takdirde, hamile kadın işçi sağlığına uygun daha hafif işlerde çalıştırılır. Bu halde işçinin ücretinde bir indirim yapılmaz.

Demek ki “eşit işe eşit ücret” cümlesi, “kadına az iş ama eşit ücret” anlamına geliyormuş.

İş Kanunu Madde 72: Maden ocakları ile kablo döşemesi, kanalizasyon ve tünel inşaatı gibi yer altında veya su altında çalışılacak işlerde on sekiz yaşını doldurmamış erkek ve her yaştaki kadınların çalıştırılması yasaktır.

“Kadın CEO istiyoruz” diyen pek eşitlikçi kardeşlerin “kadın kanalizasyon işçisi istiyoruz” dediğini de duydunuz mu? Pek eşitlikçi belediyeler işe alımda kadınlara öncelik verirlerken onların birini bile kanal açma ekibinde çalıştırdıklarını gördünüz mü? 550 vekilin kaçı kadın hesabı yapanların “Soma’da ölen 301 madencinin içinde neden hiç kadın yok?” dediklerini duydunuz mu? Sahi, onlar yalnızca “işçi”ydi, “erkek işçi” değil! Kapitalizmin kadına ettiği haksızlıktan dem vururken yüzü kızarmayanların, yoksulluğun kadına daha ağır geldiğini söyleme cüreti gösterenlerin ağzının ortasına bu maddeyle vurun.

 

 

Sağlık hizmetleri

Oğlanların sünnet derisinin kesilmesi bu ülkenin bütün yasalarına ve bütün uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Yani burada erkeğin yasal olarak ikinci sınıf olması durumu yok ama yasanın erkek aleyhine sistemli çiğnenmesi durumu var. Ve fakat söz konusu olan erkeğin yararı ve erkeğin hakkı olduğunda bütün kulaklar sağır, bütün gözler kör olur, bütün vicdanlar kurur. Tıpkı gelenek ve törede olduğu gibi, yasa erkeğin yararına ise uygulamakta bütün toplum isteksiz oluyor ama kadının yararına ise kadın erkek herkes kaplan kesiliyor.

Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi:

Madde 24.1: Her çocuğun ırk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum gibi bir ayrımcılığa tabi tutulmaksızın ailesi, içinde yasadışı toplum ve devlet tarafından, bir küçük olarak statüsünün gerektirdiği koruma tedbirlerine hakkı vardır.

Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi:

Madde 19: Bu sözleşmeye taraf devletler, çocuğun ana–babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanında iken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suiistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye karşı korunması için; yasal, idari, toplumsal, eğitsel bütün önlemleri alırlar.

Madde 24.3: Taraf Devletler, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemi alırlar.

“Geleneksel” diye özellikle belirtmiş. Sünnet eğer bunun kapsamına da girmiyorsa hukuki olarak sünnet diye bir şeyin var olmadığı söylenebilir…

Hasta Hakları Yönetmeliği:

Madde 22: Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.

Madde 24: Tıbbi müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz.

Madde 29: 18 yaşından küçük ve mümeyyiz olmayanlardan organ ve doku alınamaz.

Yirmi ikinci ve yirmi dördüncü maddelerin bağlamının hastalık ve tedavi olduğunu hatırlatırım. Sağlıklı erkek çocuğu kesip biçmek hiçbir doktorun yetkisi değildir. TC kanunlarında sünnet için hiçbir istisna gösterilmemiştir. Sünnet işlemi doku almak olduğu için yönetmeliğe ikinci kez aykırıdır. Oğlan çocuklarının sünneti yasadışıdır.

Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun (2238):

Madde 5: On sekiz yaşını doldurmamış ve mümeyyiz olmayan kişilerden organ ve doku alınması yasaktır.

Yasada bunun istisnası bulunmuyor.

Hipokrat Yemini:

Görevimle hastam arasına; yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime … tehdit ediliyor olsam bile, tıbbi bilgilerimi, insan haklarını ve bireysel özgürlüklerini çiğnemek için kullanmayacağıma ant içerim.

Doktora kız çocuğunuzu sünnet ettirmek istediğinizi söyleyin; etmeyecektir. Türk doktorları erkek aleyhine cinsiyet ayrımcılığı yaparak ve kendini savunamayacak durumda olan erkek çocuğun bireysel özgürlüklerini çiğneyerek meslek yeminlerini çiğnemektedirler.

 

4. Kadına Şiddetin Önlenmesi Yasası (6284)

Madde 1.1: Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Dakika bir, gol bir. Şiddete uğrayan erkek insan yerine konmuyor, korunmaya değer bulunmuyor. Metindeki “aile bireyleri” ifadesinin erkekleri kapsadığını öne sürecek olan hukukçu taslakları o zaman kadınların neden ayrıca sayıldığını açıklayamazlar. Anayasada “her yurttaş ve Kürt yurttaşlar eşittir” yazdığını düşünün, onun gibi bir şey bu. “Erkek şiddete uğramıyor” diyebilme küstahlığını gösterenlere ayrıntılı yanıtımızı bir başka yazıda vereceğiz. Şimdilik şu yeterli: Tıkla

Madde 1.2.ç: Bu Kanun kapsamında kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirler ayrımcılık olarak yorumlanamaz.

Yasa yazmak dünyanın en kolay işi çünkü hiç kimseye hesap vermeniz gerekmiyor, tutarlı ve mantıklı olmanız gerekmiyor. Ne yazsanız gidiyor. “Dünya yuvarlaktır ama dünyanın düz olduğunu söylemek buna aykırı olarak yorumlanamaz” diye bir madde yazıp yürürlüğe koymak da mümkün. Bu tutumla dilediğiniz yasayı çıkarabilir ve anayasaya, uluslararası sözleşmelere ve mantık kurallarına aykırı olmadığını öne sürebilirsiniz.

Madde 11.1: Kolluk görevleri, kolluğun merkez ve taşra teşkilâtında bu Kanunda belirtilen hizmetlerle ilgili olarak, çocuk ve kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim almış ve ilgili kolluk birimlerince belirlenmiş olan yeteri kadar personel tarafından yerine getirilir.

Yalnızca kadının insan hakları konusunda eğitim alacak. Yani erkeğin haklarını bilmesine gerek yok. Bu saçmalıkla kadın erkek eşitliği ifadesini aynı cümle içinde kullanabilmek hem yasa yapıcı hem de uygulayıcı üzerindeki feminizm hipnozunun ağırlığını gösteriyor. Hristiyan papazların “Tanrı’nın birliği ve İsa’nın Tanrı oğlu olduğu” konusunda eğitim aldıklarını düşünün…

Madde 20.2: Bakanlık, gerekli görmesi halinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idari, cezai, hukuki her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir.

Kişisel davalara hükümetin katılması, yargının bağımsızlığı ve adil yargılama ilkelerine açıkça aykırıdır. Bu aykırılık yalnızca erkeğin aleyhine olarak uygulanıyor. Bu yasa Anayasa’nın yasa önünde eşitliği buyuran 10. maddesine de aykırıdır. Elbette o maddeyi de “eşitlik kadın yararına bozulursa aykırı yorumlanamaz” biçiminde mülga etmek, yani uygulamada geçersiz kılmak zorunda kaldılar.

Hâkim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları

Madde 5: Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir: a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması. b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi. d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.

Bu yasanın en tehlikeli ve fakültede öğretilen “masumiyet karinesi” gibi temel hukuk ilkelerine aykırı olan özelliği “tedbir” adı altındaki yargısız infazdır. Yukarıdaki madde, evli bir kadının ortada hiçbir şey yokken kocasını kendi evinden attırabilmesi için yeterli nedendir. Bu madde şiddet ile şiddet iftirasını aynı sepete atar. Yargısız infazı yasallaştırdığı için suçu kanıtlanmamış erkek sanığın toplumdaki saygınlığını bitirir. Mahkeme şikayetçi kadından kanıt istemek zorunda değildir, doktor raporu istemek zorunda değildir. Hatta saldırının gerçekleşmesi bile gerekli değildir. Yasa “şiddet uygulama tehlikesini” bile erkeği cezalandırmaya yeter neden saymaktadır (md. 1, 7, 8, 20). Sağduyusuz ve vicdansız bir hakim kadının tek bir sözüne bakarak bu kararı verebilir ve zaten çoğu vicdansızdır. Erkek bu kararı temyiz edemez, tazminat konusu yapamaz, boşanma davasında haklılık bildirmek için kullanamaz. Mahkeme kadını iftirasından dolayı sorumlu tutmaz. Ama kadın iftirayı attıktan sonra o evliliğin normal sürmesi doğal olarak olanaksızdır. Dolayısıyla bu yasa yalnızca erkek düşmanı değil, kadını ailesini yıkmaya teşvik eden bir yasadır.

Maddelerde “erkek” ve “kadın” sözcüklerinin geçmemesi ama yasanın adında “kadın” olması hukuk sistemini bozucu bir uygulamadır. Yasanın adında ve gerekçesinde kadın sözcüğü yer aldığı için hakimler bütün maddelerin kadını koruduğunu varsaymak zorundaymış gibi davranırlar. Karısından şiddet görme tehlikesi iddiasıyla mahkemeye başvuran bir erkek önce alaya maruz kalacak sonra da takipsizlikle reddedilecektir. Buna karşılık maddelerde “erkeğin evinden uzaklaştırılması” gibi açık ifadeler bulunmaması yüzeysel okurun tepkisini çekmemeye, yani yanıltmaya, algı yönetimine yöneliktir. Bu yasa bir gazete haberi veya dedikodu ayarında, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” eğriliğini adliyeye taşımış, yasa metinlerinde asla olmaması gereken “ima” kavramını Türk hukuk sistemine sokmuştur. Erkek düşmanı olmakla kalmayıp hukuk düşmanı bir yasadır. Aklı başında bir anayasa mahkemesinin iptal edeceği bir yasadır.

Yasanın her bir maddesi erkeklerin aleyhinedir ama tek tek irdelemeye gerek görmüyoruz. Manzara nettir.

 

 

5. Türk Ceza Kanunu

Meşru savunma ve zorunluluk hali

Madde 25.1: Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

Madde aslında yurttaştan olanaksız bir şey istemektedir. Bir saldırgana karşı kendinizi orantılı biçimde koruyamazsınız. Bu ancak bedensel savunma eğitimi almış kişilerin ve dövüş sporcularının yapabileceği bir şeydir. Böyle bir kişi değilseniz bir an önce saldırıyı durdurmak için elinizdeki olanağı kullanırsınız. Bir kez daha yaşamı bilmeyen yasa yapıcı ve hakimlerin adalet dağıtamadıklarını görüyoruz. Bunlar muhtemelen hiç kavga etmemiş, hiçbir sokak kavgasını yakından görmemiş kişilerdir. Bu saçmalığın cinsiyeti ilgilendiren kısmı ise şu: Bu madde kadınların aleyhine işletilmiyor. Yani kendini korumak için erkek saldırgana karşı orantısız güç kullanan kadına bu maddenin koruması sağlanıyor ve ceza verilmiyor. Sağduyu timsali olan Yargıtay hakimleri şöyle bir mantık güdüyorlar: “Kadının beden gücü orantılı karşılık vermesine olanak tanımaz. Yumrukla saldırana sopa ve bıçak kullanmaktan başka seçeneği yoktur.” İyi de sayın erkek düşmanı hakim, profesyonel bir saldırgan karşısında sıradan bir erkeğin durumu bundan farklı değildir ki. Kadın zayıfsa erkeğin de zayıfı var, güçlüsü var. Bu saçma içtihadı yapan Yargıtay hakimi zayıftır mesela. Masa başında oturur, ömründe kavga etmemiştir. Saldırıya orantılı olarak karşı koyamaz…

Cinsel saldırı

Madde 102.2: Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.

Çocukların cinsel istismarı

Madde 103.2: Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, on altı yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması hâlinde verilecek ceza on sekiz yıldan az olamaz.

Bu maddeler açıkça kadını haksız yere kayırır. Çünkü erkeğin doğal cinsel birleşmesi, eşinin vücuduna bir organ sokması biçimindedir. Kadın ise cinsel saldırıyı doğal yoldan gerçekleştirdiğinde eşinin vücuduna bir organ sokmaz, onun organını kendi vücuduna sokar. Kadının doğal yoldan cinsel saldırısı bu maddelerde kapsam dışı bırakılarak daha az ceza alması sağlanmıştır. Kadının cinsel saldırıda bulunamayacağını öne sürecek olan hukukçuları dinlemeyi bırakmanız tavsiye olunur. Yaşamı bilmeyenden hukukçu olmaz. Kadın ve erkek cinselliğini bilmeyen kişiler cinsel saldırı suçları konusunda ahlak kesmesinler. Kadınlar basbayağı tecavüz edebilirler. Hayvanseverlerin hayvanlar konusunda en cahillerimiz oldukları gibi, en azılı feministler cinsiyet konusunda en cahil olanlarımızdan çıkıyorlar. Bu maddelerin neden olduğu haksız uygulama her yerdedir. Erkek çocuğuna tecavüz eden kadınlar en hafif cezalarla kurtuluyorlar, o da yargılanırlarsa.

Bir de yasanın “sarkıntılık” olarak andığı davranış var ki hakimler neredeyse yüzde yüz erkekler aleyhine yorumluyorlar. Çünkü erkeğin kadına yönelmesi ve ilgisini belli etmesi, öte yandan kadının ilgi beklemesi insanın doğasıdır. Bu doğa yasalarını bilmeyen kişiler yasa yapınca ve yasayı uygulayınca erkekler ikinci sınıf insan, anayasanın yargı önünde eşitlik ilkesi de hayal ürünü oluyor.

Reşit olmayanla cinsel ilişki

Madde 104.1: Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Bu madde görünürde eşit ama uygulama yukarıda sözünü ettiğimiz durumdan dolayı erkeğin aleyhinedir. On beş yaşını doldurmuş kişiye “çocuk” denmez. Ergen denir, genç denir, hatta erkek ve kadın denir. Örneğin Medeni Yasa’nın 124. maddesi on yedi yaşındaki kıza “kadın” der. Yasa yapıcı duygu yüklü sözcük safsatası yaparak suçu olduğundan ağır göstermeye çalışmış. Bu bir. Kızların cinsel olgunluğa oğlanlardan erken eriştiği bilinen ve üzerinde hiçbir fikir ayrılığı olmayan bir gerçektir. Kızların on beş yaş dolayında erişkin boylarına ulaştığı, erkeklerin on sekiz dolayına dek uzamayı sürdürdükleri de bilinir. Bu demektir ki on altı yaşında bir genç kız, on altı yaşında bir genç erkekten daha olgun ve çekici ve dahası yetişkin görünecektir. Bu da iki. Türk yasalarına göre evlilik dışı ilişki serbesttir. Bu da üç. Bu nedenlerden dolayı yetişkin bir erkek, yetişkin görünen bir genç kadına ilgi duyduğunda potansiyel olarak bu yasanın haksızlığına uğramaktadır. Çünkü ilişkiye gireceği kişiye kimlik sormak insanın doğal davranışı değildir. Sonuç olarak erkek yurttaşlar yaşamı bilmeyen, muhtemelen karşı cinsle ilişki deneyimi olmamış, görmemiş, okumamış yasa yapıcıların ve bu uygulanamaz maddeleri uygulamaya çalışan hakimlerin sistemli ayrımcılığına uğruyor ve suçsuz on binlerce erkek hapisleri dolduruyor. Bu adil bir madde olsaydı en azından kız ve erkek için farklı yaş sınırları koyardı. Sosyal güvenlik yasasında kadınla erkek arasındaki fizyolojik farkı gerçeğin tam tersine, erkeğin yararına olması gerekirken zararına olarak yasaya geçirildiğini görmüştük. Cinsiyetlerin farklı fizyolojisinin erkeğin aleyhine olarak yorumlanması biçiminde ortaya çıkan ayrımcılık ceza hukukunda da sürüyor.

Ceza yasasındaki bu saçmalık ortaya şöyle gülünç bir durum çıkarıyor: Yasaya göre on sekiz olmamış iki kişinin evlilik dışı ilişkiye girmesi yasaldır. Ancak erkek sevgili kızdan büyükse, on sekize geldiğinde ilişkiye girmeyi bırakması ve kızın da on sekizine gelmesini beklemesi gerekiyor. Kız sözgelimi bir yaş küçükse bir yıl boyunca sevişmeye ara vermeleri gerekiyor. Kız da on sekize gelince kaldıkları yerden devam edebiliyorlar. Fıkra gibi ama gerçek!

Cinsel taciz

Madde 105.1: Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adli para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi halinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Bu madde de görünürde eşit olmasına rağmen neredeyse istisnasız erkeğin aleyhine uygulanmaktadır. Pek saygıdeğer Yargıtay’ımız selam vermeyi, telefon numarası istemeyi, evlilik teklif etmeyi bile “cinsel taciz” sayıyor. Bu hakimler ömürlerinde bir kadınla konuşmuşlar mı acaba… Yasa yapıcının bir kez daha “çocuk” sözcüğünü kullanarak safsata yaptığını görüyoruz. On altı yaşındaki kadın çocuk değildir! Yasal olarak evlenmesine izin olan, fizyolojik olarak gebe kalabilecek, zihinsel olarak annelik ve karılık yapabilecek bir kişidir.

 

 

Eski Türk Ceza Kanunu’nda Fuhuş

Madde  420: Adabı umumiyeye mugayir olarak açık yerlerde veya halkın suhuletle muttali olabileceği yarı açık mahallerde fuhuş maksadiyle kadın oynatanlar ve bilihtiyar oynayan kadınlar bir aydan altı aya kadar hapsolunur.

Eski yasadaki bu madde sokak fahişeliğini suç yapıyordu. Sözde Müslüman geçinen, “ılımlı İslamcı” ve hatta “kadın düşmanı” olmakla suçlanan AKP hükümetinin yürürlüğe koyduğu yeni yasada sokak fahişeliği suç olmaktan çıkarıldı. Kadınları fahişeliğe sürüklemek ise erkek düşmanı bir manevrayla suç sayılmayı sürdürdü (80 ve 227. maddeler). Bu erkek düşmanı bir düzenlemedir çünkü örgütlü suçları yönetenler çoğunlukla erkektir. Buna karşılık kadının sokak fahişeliğini yasallaştırmak erkeği kadına ezdiren bir düzenlemedir. Çünkü buna bir kez izin verdiniz mi polisin, savcının ve hakimin sokak kadınını namuslu kadından ayırma olanağını ortadan kaldırırsınız. Üstelik erkeklerin de çağıran bir kadını fahişeden ayırt etme olanağını ortadan kaldırırsınız. Yanlışlıkla fahişe sanılan bir kadın, yanılan erkeği cinsel tacizle suçlayıp yok yere süründürebilir. Bir fahişe bir erkek müşterisinin canını yakmak istediğinde cinsel taciz, hatta tecavüz suçlamasıyla erkeğin hayatını cehenneme çevirebilir. Öte yandan sokak fahişesi yoldan gelip geçen erkeklere sarkıntılığın ve cinsel aşağılamanın en ağırını yapabilir. Polisten hiçbir tepki almaz; hakarete uğrayan erkek kendi adaletini sağlamak isteyince de “kadına şiddet” uygulayan erkek olarak suçlu duruma düşürülür. Feministlerin fahişeleri ısrarla “seks emekçisi” diye adlandırması boşuna değildir. Çünkü onlar fahişeliği onurlu ve namuslu bir iş saydırmaya çalışıyorlar. Böylece aslında namuslu kadınlara en büyük hakareti kendileri ediyorlar. Hiç kimse kadınları feministler ve feminist yasal düzenlemeler kadar aşağılamamıştır.

 

 

Ceza Muhakemesi Kanunu

Tutuklama nedenleri

Madde 100.3: Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir: a) Türk Ceza Kanunu’nda yer alan; … 6- Cinsel saldırı. 7- Çocukların cinsel istismarı.

Bu madde tek başına erkek karşıtı görünmüyor ama TCK’nin cinsel saldırıyı ve istismarı nasıl tanımladığına bakarsak (yukarıda) erkeğin aleyhine olduğu açıktır. Güncel TCK’nin eskisinden farklı olarak “baştan çıkarma” sözcüğünü içermediğini anımsayalım. Bu madde beraat edecek olan yüzlerce Türk erkeğinin aylarca, yıllarca hapis yatmasına ve tazminat alamamasına neden olmaktadır.

Uzlaştırma

Madde 253.3: Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olsa bile, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda, uzlaştırma yoluna gidilemez. Uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte aynı mağdura karşı işlenmiş olması hâlinde de uzlaşma hükümleri uygulanmaz.

Bu madde 2004 tarihli yasaya sonradan feminist talepleri yerine getirmek için konmuştur. Feministlerin cinsel saldırı sanığı olan erkeğin (suçlusu değil, sanığı!) insan olmadığı ve kendisiyle uzlaşılamayacağı iddiasını Meclis ve yargıçlar kabul etmiştir. Kasten yaralamayı bile uzlaştırmaya uygun gören yasada böyle bir istisnanın olmasının feminist dogma dışında hiçbir dayanağı yoktur. Açık ve net, erkek düşmanı bir maddedir. Yasa maddelerinde gerekçenin bildirilmiyor olması her türlü dogmayı ve saçmalığı yasalaştırmaya uygun bir ortam sağlıyor.

Örneği verilen erkeğe yönelik ayrımcılık CMK’nin 91, 135, 153, 171, 233, 239 maddelerinde de sürüyor.

 

 

Uygulama

Yasa metnindeki sorunlar ve erkeğin aleyhine haksızlıklar bir yana, Türk polisi, savcısı ve hakimi yasayı erkeğin zararına yorumlamakta ısrarlı. Kadının beyanının esas olduğu biçiminde bir yasa maddesi olmamasına karşın cinsel saldırı davalarında gerek ceza hakimleri gerek yüksek mahkeme hakimleri bu ilkeyi uygulamaya koymuş görünüyorlar. Örnekleri burada sıralamayacağız ancak toplamda şunu söylemek mümkündür: Bir Türk kadını bir Türk erkeğinden şikayetçi olduğunda ondan iddiasını kanıtlaması beklendiğinden çok erkeğin suçsuzluğunu kanıtlaması bekleniyor. Polis, savcı ve hakim erkek sanığa suçlu gözüyle bakıyor. Cinsel saldırı şikayetlerindeki tutuklu yargılama kararlarının sıklığı bunun kanıtıdır. “Oğlunuza tecavüz etmemeyi öğretin” diyerek erkeklere hakaret etmenin yasal olduğu bir ülkede şaşırtıcı değil bu. Uygulamada bir kadın bir erkeği yok yere aylarca hapis yatırmak istediğinde bu, iki dudağının arasındaki söze bakıyor. Erkek beraat etse bile iftiraya uğradığını kanıtlaması veya tazminat alması çok zor oluyor. Bütün bunlar bu ülkede erkeğin özgürlüğünün, saygınlığının, yaşamının bir değeri olmadığını gösterir. Karşılığında da kadınların sözlerinden ve eylemlerinden “sınırlı sorumlu” sayıldıklarını gösterir. Kısacası kadınlar Türkiye’de yasanın üstündedir, erkekler de “altında”.

Yasa metninde ve mahkeme ve Yargıtay içtihatlarında sıkça rastladığımız bazı sözcükler vardır. İğfal, kirletmek, ırzına geçmek, ırza tecavüz, cinsel taciz gibi. Bunlar erkeklerin yönetici olduğu geleneksel toplumun kavramlarıdır. Bunların yanında işve, kur yapma, baştan çıkarma gibi hemen her zaman kadına yakıştırılan ve fakat ceza hukukuna konu edilmeyen kavramlar vardır. Kadınların üstün oldukları, yasanın önünde açıkça erkeğin üstünde, ona egemen, ondan öncelikli olduğu günümüz Türkiye’sinde bu kavramlarla düşünmek, hele yargılamak bilişsel uyumsuzluktur. Gelinen noktada bir kadın bir erkeğe cinsel içerikli bir haksızlık ettiğinde aşk, tutku, işve, cilve, kırıtma, baştan çıkarma, kur yapma, çağırma gibi “masum” kavramlar; erkek kadına cinsel içerikli bir haksızlık ettiğinde, ve hatta belki ilgisini uygarca belirttiğinde bile cinsel taciz, tecavüz, ırza geçme gibi doğrudan ceza hukuku kavramları akla getirilmektedir. Bu kavramlar geleneksel dünyanın, yani reddedilmiş, mülga edilmiş bir değerler sisteminin kavramlarıdır. Eğer bu değişmenin bir ilerleme olduğunu düşünüyorsanız bu kavramları bugünün feminist dünyasında kullanmak anakronizmdir. Çünkü bu kavramlar ve bunlara bitişik ahlaki değer yargıları, kadının erkeğin korumasında olduğu, erkeğin koruyucu ve dolayısıyla yönetici olduğu, dolayısıyla daha yüksek bir sorumluluğa sahip olduğu bir yaşama aittir. Bugün erkeğin elinden bu yetkiler alındı ise sorumluluğun da alınmış olması gerekirdi. Ama alınmamıştır ve bu sözcüklerin hâlâ yargı dilinde olması bunun kanıtıdır. Geleneksel yaşamın erkeğin aleyhine olan nitelikleri korunmuş, kadının aleyhine olan nitelikleri yıkılmıştır. Ve bu zulüm “eşitlik” adı altında yapılmıştır.

Buradaki irdeleme tam bir çözümleme olmaktan uzaktır. Sitede daha önce örneklerini verdiğimiz üzere, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gibi görünürde cinsiyetle ilgisi olmayan suçlar bile erkeğin aleyhine işletilmektedir. “Erkek şiddeti, erkek terörü, erkek saldırganlığı” gibi ayrımcı, düşmanlık yaratıcı söyleme savcılar, hakimler ve Yargıtay sistemli olarak göz yummaktadır.

 

 

6. Evlilik

Medeni Yasa’da ailenin reisi:

Madde 186- Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.

Madde 188- Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder.

Dikkat edin, “birliği eşler güçleri oranında beraberce yönetirler” demiyor. Ama iş evi geçindirmeye gelince çark ediyor. Yani yasa erkeğin yetkisini kadına eşit oranda pay ederken, sonraki cümlede erkeğin görevini kadına eşit oranda pay etmiyor! Eski medeni yasada erkeğin ailenin yöneticisi ilkesi olduğu açıkça belirlendiği için bu asimetri yoktu. Erkeğin sorumluluğu daha fazlaydı, buna paralel olarak yetkisi de daha fazlaydı. Bu daha adil bir dünyadır. Ama yeni yasa erkeğin yetkisini elinden alırken görevini azaltmadı. İşte bu sömürüdür. Bu medeni yasada erkek kadının ücretsiz hizmetçisidir.

Medeni Yasa’da boşanma:

Madde 174: Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.

Madde 175: Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.

Evlilik süresince kadına karşılıksız hizmet etmekle yükümlü tutulmuş bulunan erkek boşanmada bir kez daha eziliyor. Görünürde eşit olan bu maddeleri hakimler çok küçük istisnalar dışında erkeğin aleyhine yorumluyorlar. Bunu yaparken yine erkeğin geleneksel eski dünyadan kalma yükümlülüklerini sürdürüyor ama haklarını sona erdiriyorlar. Bu noktada hukuk, din, felsefe ve ahlakın neden iç içe olduğu çok iyi anlaşılıyor. Hukuk eğitiminde bir kuralı var eden kökenlere inilmiyor. Hukukçu neyin doğru sayılması gerektiğini öğreniyor ama neden doğru sayılması gerektiğini öğrenmiyor. Meclis yasayı değiştirdiğinde bunu gerekçelendirmiyor, nesnel bir tabana dayandırmıyor. Yasa değişiyor ama hakimin aklındaki değer yargıları, varsayımlar ve dogmalar değişmiyor. Bu durum istisnasız erkeğin aleyhine sonuçlanıyor. Yukarıdaki maddede “geçim” denen şey eski dünyada erkeğin görevidir. Yeni dünyanın yeni yasasında kadın çalışma bakımından erkeğe eşit kılınmış hatta onun üzerine kayırılmıştır. Bu durumda erkeğin eski karısına karşı hiçbir görevinin olmaması beklenirdi. Ama hakimler ve Yargıtay eski dünyanın erkeğe yüklediği görevi yeni dünyanın kadına verdiği hakla birleştirip berbat bir amalgam yapıyor ve ortaya köleliğe benzer bir durum çıkıyor. Örneğin aşağıdaki ceza yasası maddeleri aile reisinin erkek olduğu, yani geçimin yasal olarak erkeğe yüklendiği zamanların ahlakını sürdürmektedir:

TCK madde 233.1: Aile hukukundan doğan bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüğünü yerine getirmeyen kişi, şikayet üzerine, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

TCK madde 233.2: Hamile olduğunu bildiği eşini veya sürekli birlikte yaşadığı ve kendisinden gebe kalmış bulunduğunu bildiği evli olmayan bir kadını çaresiz durumda terk eden kimseye, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.

Bu sorumluluğa karşılık gelen hakların medeni yasada erkeğe verilmeyişi onları evliliğin eşit tarafı yapmaz; kölesi yapar. Erkeklerin bu zulme bugüne dek izin vermiş olmalarının tek nedeni etkisi altında bulundukları ağır feminist hipnozdur. Çoğu erkek yasa gereği sömürülmek zorunda olduğunun farkında bile değildir.

Medeni Yasa Madde 173- Boşanma hâlinde kadın, evlenme ile kazandığı kişisel durumunu korur; ancak, evlenmeden önceki soyadını yeniden alır. Eğer kadın evlenmeden önce dul idiyse hâkimden bekârlık soyadını taşımasına izin verilmesini isteyebilir. Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir.

Kısacası kadının işine gelen neyse onu yapar. Soyadın sahibi olan erkeğin ise söz hakkı yoktur. Adın sahibi olan erkeğe sorulmuyor da hakime niye soruluyor? Salt “erkeğin menfaati bulunduğu ve bunun kadına bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa” cümleciğini göremiyor oluşumuz bile bu maddenin kadını kayırdığını kanıtlamaya yeter.

Buraya kadarki inceleme Medeni Yasa’nın içeriğiyle ilgiliydi. Bir de yasanın içeriğinden kaynaklanmayan sonuçları var. Evlilik iki kişi arasında yapılan ve topluma duyurulan bir anlaşmadır. Bu anlaşma yürürlükteki yasalara göre yapılır. Hukuk sistemi öyle saçmadır ki, hükümet evlilikle ilgili yasayı değiştirdiğinde yasa geriye doğru işletilir. Yani daha önceden anlaşmış ve o günün yasasına göre evlenmiş olanların birlikteliği yeni yasanın kurallarına uymaya başlar. Siz bugünün medeni yasasına bakarak resmi nikah yapmaya, mal rejimi sözleşmesi yapmaya karar verebilirsiniz ama gelecekte hükümet yasayı değiştirdiğinde sizin evliliğinizin, yani sözleşmenizin koşullarını sözleşmenin bir tarafı olmadığı halde değiştirmiş olacak! Bu saçma durum erkeğin aleyhine işler çünkü erkek eski yasadaki yetkilerini yeni yasada yitirmiş ama görevleri eksiltilmemiştir. Toplum feminizmle hesaplaşmadıkça ve feminizmin kökü kazınmadıkça bu durum sürecek, her yeni yasa erkeğin aleyhine işleyecektir.

 

 

7. Demokratik Temsil

Siyasi Partiler Yasası

Madde 7: Siyasi partilerin tüzüklerinde ayrıca kadın kolu, gençlik kolu ve benzeri yan kuruluşlarla, yabancı ülkelerde yurtdışı temsilciliği kurulması öngörülebilir.

Niye ki? Sözgelimi Kürt kolu, Alevi kolu, Gayrimüslim kolu, engelli kolu, sarışın kolu, doktor kolu yok da niye kadın kolu var? Kadınlar normal parti etkinliklerini yürütemeyecek kadar beceriksiz oldukları için mi? Yoksa yasa yapıcılar erkek politikacıların kadınları aralarına almamak gibi bir hırsları olduklarını mı sanıyor? Yoksa politikaya doğal olarak ilgi duymayan kadınları ite kaka politikaya sokabilmek için mi? Kadın kolu hastalığı komünist partiler dışında Türkiye’de her partide var. Komünistler cinsiyetçi olmadıkları için değil, cinsiyetçiliği “kollar” biçiminde uygulamadıkları için farklılar. Erkek düşmanlığında hemen bütün partiler uzlaşıyor.

 

 

CHP Tüzüğü

Amaç – Madde 2.j: Cinsiyet eşitliğinin toplumsal yaşamın her alanında uygulanmasını sağlamak, kadına karşı her türlü şiddeti önlemek.

Madde 3: Hiç kimseyi inancına, siyasi görüşüne, yaşam tarzına, düşüncelerine, etnik kökenine, rengine, diline, cinsiyetine göre ötekileştirmeden ve toplumu ayrıştırmadan “önce insan” felsefesiyle hareket etmek önceliktir.

Madde 56: Merkez yoklaması yoluyla saptanacak milletvekili, il genel meclisi ve belediye meclisi adaylıklarında, parti meclisi seçiminde, il ve ilçe yönetim kurullarının seçiminde, il kongre delegeleri ve kurultay delegeleri seçimlerinde yüzde otuz üç (%33) cinsiyet ve yüzde yirmi (%20) gençlik kotası uygulanır.

Madde 15.4; 17.4; 20.3; 24.6: Üyeliklerde boşalma olduğunda cinsiyet ve gençlik kotası gözetilerek yedek üyeler sıra ile göreve getirilir.

Madde 42.1; 42.3; 42.4; 42.6; 51.8: Seçilenlerin saptanmasında cinsiyet ve gençlik kotasına uyulur.

Madde 52.6: Parti Meclisi, adayları belirlerken kadınların, gençlerin ve engellilerin TBMM’de temsiline özen gösterir.

CHP’de herkes eşittir ama kadınlar daha eşittir. Eskiden çok kibirliydim ama şimdi kusursuzum!

 

 

HDP Tüzüğü

Madde 1: Parti, tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan bütün halkların ve inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, … sömürü ve ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve insan onuruna yaraşır bir yaşam kurmak üzere bir araya geldiği, demokratik halk iktidarını hedefleyen bir siyasi partidir.

Amaç – Madde 2.f: Siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamın her alanında cinsiyetler arası eşitsizliğe karşı çıkarak, erkek egemen sistemin ve kadınlara yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için mücadele etmeyi amaçlar.

Madde 3.e: Tüm karar alma mekanizmalarında kadınlar lehine en az eşit temsili esas alır ve uygular.

Madde 58.g: Kadınlara, çocuklara ve LGBTİ bireylere yönelik suçların disiplin kurullarında görüşülmesine öncelik verilir. Disiplin kurullarında görev alanlar partinin diğer organlarında görev alamazlar.

Anlaşılan HDP kimsenin kimseye karışmasına izin vermeyecek, bütün savaşları sona erdirecek savaşı açabilecek, cinsiyet ayrımcılığına karşı düzenlediği toplantıya erkekleri almayacak nitelikte bir parti!

 

 

İyi Parti Tüzüğü

Madde 4: Siyasi Partiler Kanunu ile diğer ilgili mevzuatta herhangi bir siyasi partiye üye olamayacakları açıkça belirtilmiş olanlar ve affa veya zamanaşımına uğramış olsa dahi, kadına şiddet, cinsel istismar ve terör suçlarından mahkûmiyet hükmü bulunanlar dışında … her Türk vatandaşı, ırk, cinsiyet, dil, din, mezhep, aile, sınıf ve meslek ayrımı yapılmaksızın İyi Parti’ye üye olabilir.

TCK’da “kadına şiddet” diye bir suç yok. Demek ki burada kast edilen bir erkeğin bir kadını darp etmesi. Buna karşılık erkeği darp etmiş bir kadının partiye “cinsiyet ayrımı yapmaksızın” üye alınması ne demek? İçmeden sarhoşsunuz siz.

Cinsiyet kotası – Madde 13: İyi Parti’nin katıldığı milletvekili genel seçimlerinde merkez yoklaması yoluyla belirlenecek adayların tespitinde, b) İl genel meclisi ve belediye meclisi üyelikleri için adayların tespitinde, c) Genel İdare Kurulu seçimlerinde, d) İl, ilçe, belde yönetim kurullarının seçiminde, e) Kongre ve kurultay delegeliği seçimlerinde, f) Merkez Disiplin Kurulu ve İl Disiplin Kurulu üye seçimlerinde, asıl ve varsa yedek üyeliklerde ayrı ayrı olmak üzere en az yüzde yirmi beş cinsiyet kotası uygulanır. Bu maddenin a) ve b) bentlerine göre seçim kurullarına bildirilmiş adayların yerine, boşalmalar sonucu, yenileri bildirilmek icap ederse yeni aday aynı cinsiyetten bildirilir. Bu maddenin c), d), e), f) bentlerinde bahsi geçen kurulların asıl üyeliklerindeki eksilmeler de varsa aynı cinsiyetten en üst sıradaki yedek üyenin çağrılması ile tamamlanır.

Madde böyle sürüp gidiyor. Eksilen üyeyle aynı cinsiyetten üye aranması cinsiyetçiliğin doruğu olsa gerek. Cinsiyetçilik karşıtlığı gerekçesiyle cinsiyetçilik yapmak feminizmin tanımlayan şeydir herhalde. Bunun ne kadar hastalıklı bir durum olduğunu anlamak için yukarıdaki paragrafta cinsiyet gördüğünüz yere ırk veya mezhep yazın.

 

 

8. Giyim

Avukat ve Stajyerlerin Kıyafet Tüzüğü

Madde 6: Etek, elbise ve ceket boyu mesleğin vakar ve onuruna uygun olacaktır.

Bir kadın avukat mini etekle duruşmaya girmeye kalkınca ve hakim haklı olarak ona yönetmeliği hatırlatınca kadın avukat zeytinyağı gibi üste çıktı, basın da hakimi tefe koydu. Hakim hapse layık görülerek görevden uzaklaştırıldı. Sırf kuralın uygulanmasını talep ettiği için erkek hakimin “cinsiyetçilikle” suçlanması kadınların ayan beyan yasaların üzerinde sayıldığının kanıtıdır. Etek boyunun dizin üstüne çıkmasının hepi topu yetmiş yıllık bir geçmişi vardır ve ondan önce modern dünyada bile namussuzlukla nitelenen bir durumdur. Kısa eteğin adliye vakar ve onuruyla bağdaştırılması talebi, tıpkı diğer yasalarda olduğu gibi ancak insan doğasından, fizyolojiden, psikolojiden, tarihten habersiz cahillerden ve ahlaksızlardan gelir. Bu avukat, gömleğinin yakasını açıp sonra da “bana bakıyor” diye hastayı şikayet eden hemşireyle aynı zehiri taşıyor. Bu zehirli direnç, yönetmeliği çiğneyen kadın avukata hakimin bir şey demeye çekinmesi ama erkek avukatı çekinmeden salondan atmasıyla sonuçlanıyor. Cinsel çekiciliği zorlamak davranışı kadının erkeğe egemen olmaya çalışmasının sonucudur. Cinsel çekiciliğin denetimsiz kalması o toplumda kadının erkeğe tam anlamıyla egemen olmaya yakın olduğunu gösterir.

 

 

Devlet Memurları Kılık Kıyafet Yönetmeliği

Daha önceki yazımızda erkek ve kadın kamu çalışanlarının ayrıntılı bir karşılaştırmasını yapmıştık. Yönetmeliğin erkeği ezdiği yetmiyormuş gibi uygulamada kadın memurların topu topu beş kuralı çiğnemesine göz yumuluyor. Eski başörtüsünü yasağının “kadın mağdurluğu” olarak sunulmasını anımsıyor musunuz? Oysa kamu kurumlarına girip çıkmış olan herkes başı örtülü kadın memurları görüyordu. Erkeklerin kuralları gevşetilmezken son otuz yılda başörtüsü serbest bırakıldı, etek zorunluluğu kaldırıldı. Kadın memurlar uymak zorunda oldukları kurallardan geriye kalanları da çiğnemeyi sürdürüyorlar.

 

 

Uygulama

Giyim konusunda erkek çoktan ikinci sınıf insan yapılmıştır. Polis ve jandarma plajlardan iç çamaşırlı erkekleri yasaya aykırı olarak toplarken üstsüz kadınlara, şeffaf bikinili kadınlara, bikinisiyle çarşıda gezen kadınlara dokunmamıştır. Şortlu erkeklerin alınmadığı orduevlerine mini etekli kadınlar girebilmişlerdir. Bu yapılanlar ne geleneksel ahlakla ne de ülkenin yürürlükteki yasalarıyla, yönetmelikleriyle açıklanabilir. Toplum, kamuya açık veya özel herhangi bir yerde bilinen veya yazılı kurallara aykırı veya uygunsuz giyinen kadını uyaramaz, kuralı uygulayamaz hale gelmiştir. Özellikle yöneticiler çoğunlukla erkek olduğu için meşru ve saygılı uyarıları bile “cinsel taciz” iddiasıyla mahkemelik olmakta, kabahatli kadın baskın çıkmaktadır.

 

 

9. Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi

Sanki yukarıda sayılanlar hiç var olmamış gibi… Sanki erkeklere yönelik ayrımcılık ve dışlama yokmuş gibi… Sanki erkekler insan değilmiş gibi… Sanki erkekler birinci sınıf ve eşit yurttaş değillermiş gibi… Kadının aleyhine tek bir yasal durumun olmadığı ülkede, kalkmış kadına yönelik ayrımcılığı önlemek için sözleşme imzalamışlar. Erkeklerin aleyhine YASAL ve KURUMSAL ayrımcılık ne olacak?

Bu ülkede cinsiyet eşitliğinden, kadın haklarından söz etmek hukuk değil, soytarılıktır. Bu ülkede erkekler ikinci sınıf insandır. Hatta belki sokak itlerinden sonra üçüncü sınıf bile olabilirler.

 

 

10. Diğer Mevzuat ve Uygulama

Türkiye’nin yasalarını ve yönetmeliklerini rafa dizsek bir odaya sığmaz. Burada hepsini incelemedik. Sözgelimi evlilikte mal rejimi düzenlemesi, geçim yükü erkeğin omzunda olduğu için yine çoğunlukla erkeklerin haksızlığa uğradığı bir alan. Yasa ve yönetmelikte bulunmayıp talimatlarda, genelgelerde olan, kağıt üstünde olmayıp uygulamada olan erkek düşmanlığına girmedik bile. Kredi koşulları; teşvik koşulları; Kosgeb ve kalkınma ajansı teşvik koşulları; AB hibe koşulları; sağlık sigortasının ödemediği testler, tedaviler ve ilaçlar; okul ve üniversite sınavları; öğrenci yurtları; öğrenci bursları gibi daha pek çok konuda erkek ikinci sınıftır; sistemli olarak dezavantajlı kılınmıştır. Yavaş yavaş haşlanan kurbağa misali kendisine yöneltilen haksızlığın farkına varamamıştır. Kendisine yöneltilen kurumsal haksızlığın tabelası asılmadığı için, “erkeklere negatif ayrımcılık” yerine “kadınlara pozitif ayrımcılık” veya daha da kötüsü “eşitlik” gibi şeytani adlandırmalar kullanıldığı için aldanmıştır. Basın, üniversite ve politika şeytan üçgeni yalnızca kadının sendelediği anları göstermeyi seçtiği için algısı bu yönde keskinleşmiştir. Kendisi yerde süründüğü halde sendeleyen kadınları sorun olarak algılar olmuş, kendisinden nefret etmeyi öğrenmiştir.

 

 

Tartışma

Bu yazıyı hukuk diploması olan biri kaleme almadı ve bunda yanlış hiçbir şey yok. Diplomaların çöp olduğu bir zamanda yaşıyoruz. 11 Eylül 2001’de Dünya Ticaret Merkezi, içten bombalanarak kontrollü yıkım yoluyla yıkılmıştı. Resmi raporları kaleme alan diplomalı profesörler ve mühendisler dünyanın en güçlü çelik binasının benzin yangını nedeniyle yıkıldığını söyleme cüreti gösterdiler ve bütün dünyayı aptal yerine koydular. Diplomalı strateji, silah ve diplomasi uzmanları Saddam’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu söyleyerek bütün dünyayı aptal yerine koydular. İşgalde silah bulunmadığı açıkça itiraf edildi. Gerek Batı’da gerekse bizde din ve Tanrı konusunda söylenen yalanların en büyüklerinin din uzmanlarının, diplomalıların ağzından çıktığı iyi bilinir. Covid-19 salgını başından beri diplomalıların, profesörlerin birbirinden tutarsız, birbirinden gerçekdışı iddialarıyla yürüdü. Kendileri henüz farkında olmayabilirler ama doktorluk mesleğinin haklı olarak hiçbir saygınlığı, ayrıcalığı kalmamıştır. Yalnızca doktorlar değil. Uygulanan kısıtlamaların istisnasız hepsi yasadışı olduğu halde hukuk diplomasına sahip olan yüzbinlerin üç maymunu oynadıklarına ve ceplerini doldurmak dışında hiçbir şeyi umursamadıklarına tanığız.

Nerede bir tiyatro, bir oyun, inanılmayacak bir söylem, gerçeğe aykırı olduğu apaçık bir kurgu varsa uzmanlar ve diplomalılar iş başındadır. Hukuk, hukukçulara bırakılamayacak denli yaşamsaldır. Yukarıdaki saptamaları hiçbir hukukçudan duymamış olmanız bunların yanlış olduğunu göstermez. Zaten sorarsanız bunların doğru olduğunu çok iyi bilirler. Ama susmayı seçerler. Ezici çoğunluğun erkek düşmanı olduğu bir toplumda erkeğin hakkını savunmaya kalkması bir hukukçuyu kısa vadede zarara uğratır ve susmalarını sağlayan tek motivasyon da budur.

Kendine güvenene meydan okuma: Herhangi bir TC yasasında erkeği kayıran veya kadına açık bir dezavantaj sağlayan tek bir şey bulabilene sitede bir çürütme yazma hakkı verilecektir.

13 Comments

    • Comment by post author

      feminizmnedir

      Askere gitmemiş olan erkeğin başvurusunu kabul etmeyen hiç bir işyeri ceza almadı. Ve erkekler kendilerine yapılan bu muamelenin cinsiyetçi olduğunu hâlâ fark edemediler.

  1. 123

    Beyefendi, elinize sağlık. Çok çalışmışsınız, uğraşmışsınız belli; bu yazıyı yaymak artık bu yazıyı okuyanlara borç oldu diye düşünüyorum. Sonlara doğru içim daraldı okuyamadım.

    Açık açık bu kadar haksızlık yapılıyor ve 4 yıl hukuk okumuş olanlar susuyor, çok ilginç. Aslında ilginç de değil dünyanın her zamanki hali diyebilirim: insanlar kötülüğe/kötülere boyun eğip vicdanlarını köreltiyor ardından çöküşün kaçınılmaz olacağını anlatmaya gerek yok. Tanrı haksızlığa gereğiyle karşı koyabilenlerden olmayı nasip etsin.

    Yalnızca bu yazınızda değil diğer yazılarınızda da alışılmışın dışında bir bakış açınız var. Bu ne yazık ki bugün çok az rastladığımız bir şey. Feminizm eleştirileriniz özelinde ise durum çok daha farklı: aynı konuda eleştiride bulunanlar genllikle alaycı bir tavır takınıp sanki -komik bir durummuş gibi- yapılan büyük haksızlıklara ses çıkarmadan tamamen sığ yorumlar yapıyorlar. Bunun böyle olduğu feminizm karşıtı onca insanın varlığına rağmen henüz feminizm karşıtı bir örgütlenme olmamasından anlaşılıyoruz zaten. Bu sitenin yazarı olayın ciddiyetini kavramış, benden de iyi kavramış. Ve en önemlisi harekete geçmiş. Ben kendi adıma yaşadığım toplumdaki kötülüklere karşı koymayı borç biliyorum. Çünkü bunun hesabı iki dünyada da sorulacak.

    Çok önceleri Amerikada zenciler baskı ve zulüm altındayken dememişler midir ki: “Atalarımız neden savaşmak yerine, karşı koymak yerine kuzu gibi köleliğe razı oldular?”? Eğer biz bugün bu zorbalığa karşı koymazsak bizden sonra gelen, hayatları cehenneme dönmüş olan erkekler bize aynı şeyi derler. Hatta kısa vadede yalnızca erkeklere yapılan bir zulüm gibi görülse de, feminizm açıkça toplumu parçalama ve sindirme operasyonudur. Kaçınılmaz olarak kadınlar da eş büyüklükte zarar göreceklerdir. Bugün bazı kadınlar göz boyayan feministlere kanıp böylesinin kendileri için daha iyi olacağını sanabiliyorlar. Bu ancak yaptığı işin nereye varacağını düşünmeyen insaların düşebileceği bir tuzak Nasıl ki bir organımız ağrıdığında tüm vücudumuz etkileniyorsa, toplumun bir kısmına yapılan haksızlık da tüm toplumu etkiler. Eğer haksızlık önlenmezse tarihte sayısız kez görüldüğü üzere haksızlığın yapıldığı toplum yıkılır, yerini başka bir toplum alır. Daha önemlisi Tanrı bizleri lanetler, o zaman kurtuluş olmaz.
    Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha değerli ve daha kalıcıdır. Aklınızı kullanmayacak mısınız?(28:60 Kuran)
    Onlara, ne zaman Rabb’lerinin ayetlerinden bir ayet gelse illaki ondan yüz çevirirler.
    Fakat kendilerine gelen hakkı yalanladılar. Onlara, yakında kendisi ile alay ettikleri şeyin haberleri gelecek.
    Kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi idrak etmiyorlar mı? Yeryüzünde size vermediğimiz imkanları onlara vermiştik. Üzerlerine bol bol yağmur göndermiş ve yerlerde ırmaklar akıtmıştık. İşledikleri suçları nedeniyle kendilerini yok ettik. Onlardan sonra başka nesiller meydana getirdik.(6:4-6 Kuran)
    “Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat beslenmeyen ALLAH’tan başka sahip mi edineyim” de. “Ben, herkesten önce teslim olmakla emrolundum” de. Ortak koşmayın!(6:14 Kuran)
    Not: Bu mükemmel cümlelerin tamamını Kuran’ın 6. bölümünden okuyabilirsiniz. Tüm Kuran’da benzeri uyarılar bolca var ama bu bölüm ve başka birkaç bölümde yoğunlaşmış diyebilirim. Tanrı’nın bu sözlerinin kesin doğrular olduğunu tarih, sosyoloji gibi bilimlerle ve salt akılla doğruluyorum. Siz de aynı doğrulamayı çok zorlanmadan yapabilirsiniz.

    Paylaştığınız şiddet suçlarıyla ilgili istatistikte iki şey dikkatimi çekti: 2000’den 2001’e toplam cinsel saldırı olaylarında 3 katlık artış var, bir de toplam gasp olaylarında yaralı sayısında 2007’den 2008’e 3 katlık azalış var. Yazın konusu bu değil ama sorayım dedim, nedeni hakkında bilginiz var mı?

    • Comment by post author

      feminizmnedir

      TÜİK’in sayma yönteminde yani metaverisinde değişiklik olabilir. TÜİK çok iyi bir istatistikçi değil. Ama elimizde başka sayısal veri de yok. Feministlerin elinde de yok.

  2. a

    bence sitedeki mor rengi degitirmelisiniz.kendilerine lgbt+ diyen kisiler bu rengi kullanyor.(pempe ve mavinin karisimi. )yesil olabilir mesela.

    • Nur

      Bence değiştirmeyin. Onlar gökkuşağını sembol olarak kullanıyor diye insanlar gökkuşağı içeren görselleri kullanmaya çekinmeye başladılar. Renk renktir. Allah’ın nimet olarak indirdiği süsü haram etmek gibi bir şey bu.

  3. Burhan Yazgan

    Bu konularda Tuğrul Katoğlu’nun buradakilerle benzeşen açıklamaları var. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler eserlerine göz atabilir. Fuhuş da ileride önemli bir konu olacak gibi görünüyor, henüz yeterince çalışılmış olduğunu söylemek mümkün değil.

  4. Kutay Özbek

    Son derece cesur ve doğru bir yazı. Tebrik edilmeli. Aslında bu yasaları toplumsal ezberlerle değerlendirmeyen birçok hukukçu olduğunu söylemek mümkün. Burada anlattıklarınız aslında çok aykırı görüşler değil. Fakültelerde söz edilen hususlar. Sadece medyada veya sosyal medyada pek yer bulamayan görüşler maalesef. Bu yazınız sadece başlığı sebebiyle birçok okuru yitirir. İçerik tamamen aynı kalıp bazı ton değişikleri veya birkaç farklı kelime seçimiyle aykırı bir yazı olmaktan çıkıp gayet birçok insanın okuyup tartışacağı bir yazı olurmuş. Kaleminize sağlık. Lütfen yazmaya devam edin. İyi okurlarla buluşmanız dileğiyle.

    • Comment by post author

      feminizmnedir

      Fakültelerde söz edilmesi sonuçtan anlaşılacağı üzere bir işe yaramıyor. Her yıl binlerce erkek düşmanı avukat mezun oluyor. Bunlara erkek düşmanlığı nereden, nasıl aşılanıyor? Dinledikleri dersleri mi anlamıyorlar? Barolarda erkek düşmanı gönüllü çalışma gruplarının yanında tek bir erkek hakları çalışma grubu neden kurulmuyor? Demek ki bu bilgi fakülte duvarları arasında kalmamalı, halka açılmalı. Hukukçu öğretim üyelerinin böyle bir sorumlulukları var ve yerine getirmiyorlar. Ekmeğini yedikleri topluma borçlarını ödemiyorlar. O toplum ki erkekler ayakta tutuyor.

  5. Şahin

    Yazının 10.maddesinde her şeyden bahsedilemediği yazılmış. Yine de şunu da ben eklemek istedim. Kadın işten evlilik sebebiyle kendi isteğiyle ayrılırsa kıdem tazminatı alabiliyor. Erkeklere ise böyle bir hak tanınmıyor. 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14.maddesi hariç diğer maddeleri yürürlükten kaldırılmış. Fakat kıdem tazminatından bahsedilen 14.madde hâlâ yürürlükte. O maddeye göre de durum bu.
    Madde 14 – Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:
    …veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi … hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem tazminatı ödenir…

    • Comment by post author

      feminizmnedir

      Teşekkürler. Küçük bir avukat takımının bütün mevzuatı tarayıp çok daha geniş bir rapor hazırlayıp kamuoyuna sunması zor bir iş değil. Erkek nefreti egemen ideoloji durumuna geldiği ve avukatlık mesleği para kazanmak için bir bahaneye dönüştüğü için bu çalışma yapılmıyor.

  6. SRRSR AA

    Erkekler dikkat edin, hemen içeri attırırlar sizi, 25. saniyeye kadar izlemeniz yeterli: https://www.youtube.com/shorts/xyocrqUbXFE

Leave a Reply

Doğrulama *Captcha loading...

Pin It on Pinterest