Pek çok gazete gibi Hürriyet gazetesinin de “Erkek Terörü”, “Erkek Dehşeti”, “Erkek Saldırganlığı” gibi ayrımcı, cinsiyetçi, Türk Ceza Kanunu’na göre halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçunun kapsamına giren “haberler” yaptığını yazmıştık. Bu kez böyle bir manşet görmediğimiz “sıradan” bir gün, 24 Ocak 2019 günü Hürriyet neye benziyor, ona bakacağız.
Kapaktan başlıyoruz…
Kapağın dibinde yer alan bu haberde, bidonla kuyudan evine su taşıyan bir Afrika köylüsünün haline acıyıp kendi parasıyla köye su kuyusu açtıran bir muhabir anlatılıyor. Küçük fotoğrafa dikkatli bakarsanız elinde su bidonu olan köylü erkekleri göreceksiniz. Ne var ki foto muhabiri uzak mesafeden su taşıyan erkeklere değil, büyük fotoda görünen kadına acımış. Yani aynı eziyeti erkek çektiğinde acınmayı hak etmiyor. Yardımı ve acımayı yalnızca kadınlar hak ediyor. Muhabir, muhtemelen etkisi altında olduğu feminist aşılamanın farkında değil. Ona kendi hemcinslerinden nefret etmek ve kadına ayrıcalıklı davranmak öğretilmiş. O da kendisine öğretileni uyguluyor. “Ruhun rengi olmaz”mış. Rengi olmuyor ama cinsiyeti oluyor anlaşılan.
Arama sitelerinde su taşıyan erkek fotoğrafı arasak zor buluyoruz. Su taşıyan kadın fotoğrafı istemediğimiz kadar. Feministler bu durumu erkeklerin evde yan gelip yattıkları biçiminde açıklamaya cüret ederler. Oysa erkek köylüler o sırada ya tehlikeli işlerdedirler, ya dağda sürüyü otlatıyorlardır, ya da “iyi fotoğraf vermeyen” ama eziyetli yaşam savaşındadırlar.
Geçiyoruz üçüncü sayfaya…
Eskiden, Türk basını bu kadar ahlaksızlaşmamışken üçüncü sayfa haberlerinde zanlıların gözlerine bant çekilirdi. Çünkü adı üstünde onlar zanlı ve suçlu olup olmadıkları kesin değil. Burada adamın yüzünün gösterilmekle kalmayıp açıkça suçluymuş gibi anıldığını görüyoruz. “Kızını bıçakladığı iddia edilen” değil “kızını bıçaklayan” ifadesi kullanılıyor. Bu haberin önemi, seçilmiş olmasında. Ülkede bu türden her gün yüzlerce olay oluyor. Büyük hastanelerin acil servislerinde muhabirler olur. Bazen de işi gücü olmayan, boş vakit bulan muhabirler eve gitmek yerine buralarda veya adliyelerde bekleşirler, “vukuat olur da ekmeğimizi çıkarırız” beklentisiyle. Üçüncü sayfalar geleneksel olarak bu şekilde doldurulur. Ama vukuatlar seçilerek konur. Bu olayın öbür olayların arasından seçilmesinin nedeni, bir erkeğin bir kadına saldırganlık göstermiş olması. Bu durum, üçüncü sayfanın altındaki habere baktığımızda daha bir anlam kazanıyor.
Haber metnini okuyunuz. Kocasından kim bilir neden ayrılan kadının göz yaşartan dramı önümüze konuyor. (Kocasından neden ayrıldığını sormayalım mı dersiniz? Peki, yukarıdaki haberde adamın kızını neden bıçakladığını sormuş muyduk?) Haber öyle bir kaleme alınmış ki, sanki çocuğun velayetini tek başına almayı hak etmiş de, hakkını nankör babaya kaptırmamak için mücadele ediyor… Neymiş, “velayet davasıyla yeni bir şok yaşamış”. Bak sen şu adamın ettiğine! Çocuğunun anasına organını vermeyi teklif edeceği yerde hasta haliyle çocuğa bakamaz diye düşünüp velayet davası açıyor! Kahrolasıca erkek yüreği işte, acımasız, ruhsuz…
Babası acaba çocuğunu haftada kaç gün görebiliyor? Bunlar konu değil elbette. Kocasının fotoğrafı da yok. Yalnızca kadının fotoğrafı var, o da özenle çekilmiş ve seçilmiş. Okuyucuda iyi duygular uyandırması için. Okuyucunun kadına acıması ve kocasına karşı kadını tutması için. Yukarıdaki haberle bu haberin yarattığı karşıtlık, kasıtlı olarak seçilmiş haberlerle yüz yüze olduğunu fark etmediği için, okuyucunun bilinçaltında iz bırakır. Her gün Hürriyet okuyan biri, her gün bu türden “önemsiz ayrıntıların” etkisiyle erkeklere acımamayı, kadınlara ayrıcalık tanımayı öğrenir. Farkında olmadan…
“Amerika’nın Sesi”nin haberini yine Amerika’nın ve Avrupa’nın sesi olan Hürriyet haber yapıyor. Bu kadınların haber yapılmasının iki nedeni var: Birincisi kadın olmaları. Çünkü kadını mağdur gösterecek her ayrıntı, her vukuat, her başlık öne çıkarılır ve basının mercek etkisiyle büyütülür. İkincisi, kendini Müslüman olarak tanımlayan hükümetlerin hedefinde olmaları. Müslüman olma ve Müslümanca yaşama iddiasındaki hükümetler ve toplumlar feminist basın tarafından özellikle hedefe alınırlar çünkü Müslümanlıkta feminizme yer yoktur. İyi veya kötü, Müslüman olmakta ısrar eden her toplum feminizmin içten yıkması gereken birer kaledir. Nitekim tekel basını her gün küçük vuruşlarla, küçük fitnelerle bu kaleyi içten yıkmaya uğraşmaktadır.
Eskiden Hürrkiyet bile ABD’nin işgal kuvveti olan İncirlik üssünün yeni komutanlarını böyle cicili haberlerle tanıtmazdı. Eh, zaman değişti artık. Bu haberin yapılmasının bir nedeni de, yeni komutanlardan birinin kadın olması. İncirlik üssünde iki komutan yok. İncirlik üssünde bir yılda yapılan tek görev değişimi bu da değil. Tıpkı üçüncü sayfa haber seçkisinde olduğu gibi, her gün küçük dokunuşlarla “kadın asker”, “kadın kahraman”, “özverili anne – acımasız baba” gibi kavramların okurun kafasına biçimlenmesine çalışılıyor. Sayfayı çevirince bunu daha iyi anlayacağız:
Sayfayı çevirdik ve kadın askerden sonra kadın polisleri görüyoruz. Afgan polis örgütünde kaç kadın olduğu hiç önemli değil. Fotoğraf muhabiri, yalnızca kadınları çekiyor ve sayfa editörü yalnızca kadınların göründüğü fotoğrafları seçiyor. Dikkatli bakarsanız dudaklarındaki ruju ve gözlerindeki sürmeyi de görebilirsiniz. Bu kişiler Afgan olmayabilirler, polis bile olmayabilirler; hiç önemli değil! Önemli olan izlenim yaratmak; okuyucu zihninde günlük yinelemeye dayalı bir maruziyet yaratmak. “Kadın güçlüdür, istediği her mesleği yapabilir” fikrini ekmek.
Bununla da bitmiyor. Aynı haberin altında kadınların bitmek bilmeyen çileleri analtılmaya devam ediyor. Erkeklerden nefret eden baro, boşanan kadınların nafaka konusundaki “mağduriyetini” yeniden konu yapmış. Verilen örneklere dikkat edin. Ömür boyu nafaka savunuluyor. Yani kadın yirmisinde evlenip iki yıl sonra sudan bir nedenle boşansın, ömrünün kalanını eski kocasının parasıyla ayaklaını uzatarak geçirsin. Bu arada sevgilisiyle dilediği gibi yaşasın. Çocuğu varsa onu zaten babasına göstermeyecek. Zaten babalar mahkemede avcunu yalar. Baba, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda erkek ikinci sınıf vatandaştır (bkz. md.50). Türk Medeni Kanunu’na göre ve 6284 sayılı yasaya göre erkek bildiğin eşektir; hiç bir hakkı yoktur. Tazminat ve nafaka babanın sırtına vurulur; velayet kadına verilir. Ama yetmez, kadın hala mağdurdur, ebede kadar mağdur olacaktır, onun için her yıl kadına yeni ayrıcalıklar tanınmalıdır. Kadın mağdurdur çünkü erkeklerin kendilerine yapılan ağır haksızlığa karşı ellerinden gelen en iyi şey, nafakayı ödememenin yollarını aramaktır. Bunu ortadan kaldırmak için ise erkek daha çok ezilmeli, daha ağır yüklerin altına sokulmalıdır. Feminist zekası böyle çalışıyor.
Son olarak görünürde feminizm aşılaması içermeyen bir haber… Görünürde, çünkü aslında önceki yazılarımızda işaret ettiğimiz üzere, feminizmi yükselten koşullarla hayvanseverliği yükselten koşullar aynıdır. Yani kentlerde zenginlikle, konforla şımarmış, doğanın çetinliğini hiç tatmamış, insanın sağ kalmak için sürdürmek zorunda olduğu çiftçilik, madencilik, ağır işçilik, taşımacılık gibi çabalara zerre kadar katılmamış hazır yiyici bir demografik kesimin oluşması. Feministler de, hayvanseverler de bu kesimden türer. Önceki sayfalarda soğuktan donan bir yaban keçisinin haberi vardı. Sanki yaban hayvanlarını ısıtıp beslemek gibi bir sorumluluğumuz varmış gibi. Bu sayfada da hayvanseverlerin ve feministlerin her istediğini yapan AKP’nin ve CHP’nin, kimsenin işine yaramayan bir sokak köpeğini öldüren kişiyi hapse tıkıp ömür boyu sabıka lekesiyle yaşamak zorunda bırakmak konusundaki kararsızlıkları eleştiriliyor. Kararsızlık aşılacaktır. Aynı milletvekilleri erkeği eşek düzeyine indirgeyen, kadını da onun sahibi düzeyine çıkaran anayasayı ve yasaları da onaylamışlardı.
Burada gördüğünüz, gazete ve televizyonlarda HER GÜN tekrarlanan sinsi bir aşılamanın anlık fotoğrafıdır. Bu analizi her gün yeniden ve yeniden yapabiliriz, farklı bir renk görmemiz olası değildir. Her zulüm ideolojisi gibi feminizm de küçük adımlarla gelmiş ve egemen olmuştur. Feminizm karşıtı bir örgütlenme ortaya çıkmadığı sürece bu medya tekeli ile sefillik basamaklarını minik adımlarla inmeyi sürdüreceğiz. En “maço” olanımız bile sırılsıklam feminist olduğunu anlamayana dek.
Leave a Reply