Kutsal (önad) – Bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen.
Türk toplumu için evlilik kutsal olmaktan çoktan çıkmıştır. Davetiyelerde, kutlamalarda, imza törenlerinde “kutsal birliktelik” benzeri lafları ağzına alan herkes birbirine yalan söylüyor. Çünkü hiç kimse evliliğin kutsallığına inanmıyor.
Sözgelimi Türkler Muhammed Peygamber’in kutsallığına hâlâ inanıyor. Ona sövüldüğünde en azından bir yerlere siyah çelenk bırakıyor, sokağa çıkıyor, bildiriler yayınlıyorlar, böylece “kutsalıma sövme” mesajı veriyorlar. Sözgelimi ülke toprağının kutsallığına hâlâ inanılıyor. Çünkü ülke toprağının yitirilmesi söz konusu olduğunda rakip ideolojik kesimler benzer tepkileri veriyorlar.
Ailenin kutsallığı ise feminizmin bir ideoloji olarak açıkça savunulmaya başlamasından sonra ve özellikle son yirmi ve özellikle son on yılda büyük hakaretlere uğramıştır. Bu kutsallık ailenin korunması önceliğinden vazgeçen medeni yasayla, bu yasanın kabul görmüş uygulaması ve içtihatlarla, ardından cinsel suçlara özgü ayrıcalıklı düzenlemelerle, İstanbul Sözleşmesi’yle, kadına şiddet yasasıyla çiğnenmiş, paspas edilmiştir. Bunların toplamda iyi mi, kötü mü düzenlemeler olduğu konu dışıdır. Bunların getirisiyle götürüsü ayrıca tartışılır. Ama bu adımların her biri evliliğin kutsallığını çiğnemiştir. Çünkü bu adımların her birinde kutsal olanın korunmasından, yaşatılmasından, yüksekte tutulmasından vazgeçilmiştir.
Kutsalın tanımı budur çünkü. Yüksek değer biçer, korumak için büyük külfetlere katlanırsınız. Namus cinayeti bir kutsalın varlığını gösterir örneğin. Şerefsiz basının “kıskanç koca cinayeti” diye aktardığı olaylar aslında evliliğine kutsallık yakıştıran kocaların işleridir. Her ne kadar suç da olsa, ölçüsüz de olsa, bu davranış hapse girme pahasına korunacak kadar değerli bir kutsalın, yani dokunulmazın varlığını gösterir. Ne var ki bu erkekler toplumun ezici çoğunluğu tarafından kınanır. Demek ki eski kutsalları hâlâ kutsal sayan küçücük bir azınlık vardır ve bu azınlığın çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır. Bu çok küçük azınlık kesinlikle yok olmak üzeredir çünkü evliliği ve eşlerin birbirlerine verdikleri sözü kutsama davranışı çok büyük baskı ve yıldırma altındadır.
Bu kutsallıktan saldırgan davranışların iyiliği veya kötülüğü bütünüyle farklı bir tartışmadır. Burada yalnızca nesnel bir saptama yapıyoruz. İnsanlar kutsal söz konusu olunca çıkarcı ve pragmatik davranmaktan vazgeçerler. Tıpkı Kuran mushafını temiz tutmaya çalışan kişi, anasına sövüldüğü için saldıran kişi, çocuğunun sağlığını korumak için kendi sağlığından vazgeçen ana-baba, ülkesini korumak için canından vazgeçen asker, onurunu korumak için kendi canını alan kişi örneklerinde görüldüğü gibi.
Medeni yasa ve ceza yasası gibi evliliği düzenleyen mevzuat bu “kutsal birlikteliğin” sürmesi için en küçük bir katkıda bulunmuyor. Tersine, evli kadına “kaybedeceğin hiçbir şey yok, ilk fırsatta boşan”, “kocanı boynuzla, güvencem altındasın”, bekar erkeğe de “sakın evlenme, en temizi zina” mesajı vererek kutsal birlikteliği yok etmeye hizmet ediyor. Bu ülkenin mahkemelerinde sabah-akşam “kutsal” evlilik ayaklar altına alınıyor, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Evliliğin kutsallığı bir hurafe değildir. Evrimsel süreçte seçilimsel baskı olarak ortaya çıkmış nesnel gerekçeleri vardır. Çocuğun sağlıklı bir ortamda, rızık ve sevgi yokluğu çekmeden yetişmesi bunlardan en önemlisidir. Çocuklarını iyi yetiştiremeyen toplumlar doğal seçilimle kesintisiz olarak ayıklanıp gen havuzundan silinirler. Evlilikleri korumaya özendiren kurumlar ve inançlar geliştiren toplumlar uzun vadede dayanıklılık ve zindelik sahibi olurlar. Evliliği çiğneyip geçen yasalarımız elbette bu konuda da kör ve sağır. Hakimlerimiz çocuğun babasız (ve potansiyel ruh hastası olarak) yetişmesi ve toplumun çökmesi için ellerinden gelen bütün çabayı gösteriyorlar.
Evliliğin kutsallığını önce söz, sonra da eylem düzeyinde yalanlayan adımları hem öğretim üyeleri, hem basın, hem sivil toplum örgütleri, hem şirketler, hem de hükümet attı. Kendini “dindar” veya “muhafazakar” veya “geleneksel aile” sayanlar bile bir tepki vermediler. Bu kutsallıktan geriye kalan ve ancak saygı sözcüğüyle anlatılabilecek kalıntıyı da yok etmek için var güçleriyle çalışıyorlar. “Sevgililer gününüzü” kutlayan, mart gelince azıp “kadına özgürlük” diye anıran, ahlak polisiymişçesine erkeklere “karınıza el kaldırmayın” diye parmak sallayan şirketler ne yapmaya çalışıyorlar sanıyorsunuz? Evliliğe olan son saygı kırıntılarını yok etmeye çalışıyorlar!
Bütün bunlar evliliğin kutsallığına inanan nitelikli bir azınlığın bile kalmadığını kesin olarak gösterir. Evliliğin kutsallığına hâlâ inanan kişi yaban ele göç etmiş, dışlanan ve yalnız bırakılan biridir, marjinaldir artık.
Evliliği kutsal saymayanların hiç değilse birbirlerine yalan söylemeyi bırakıp inanmadıkları şeyi söylememeleri gerekir. Sözgelimi davetiyelere “aşk” yazmaya başlayanlar toplum için birçok yararı bulunan evliliğin kutsallığı yerine bir hayalete inandıklarını dürüstçe itiraf ediyorlar. Biraz daha dürüst davranıp “ömür boyu” demeyi de bırakmaları gerekiyor. Yüzde elli olasılıkla beş yıl içinde ayrılacaklarını çok iyi biliyorlar. Hele “özgür, güçlü ve bağımsız” gelin bu konuda hiçbir sınır, hiç bir kutsal tanımayacaktır.
Din, kutsalları belirler. Feminizm bir dindir.
Leave a Reply