Kitap İncelemesi

Bilim Kılığında Erkek Düşmanı Dezenformasyon: Kadın Beyni; Erkek Beyni (Louann Brizendine)

Kadın Beyni ve Erkek Beyni, Türkiye’de basının ciddiye aldığı ve pompaladığı, bu çabanın sonunda çok okunan iki popüler bilim kitabı. İncelemeye geçmeden önce popüler bilim kaynaklarıyla ilgili kulağa küpe iki kuraldan söz edeceğim. Bu kuralların uygulamasına bu iki kitabı okurken tanık olabilirsiniz.

Kural bir: Popüler bilim kaynaklarından bilim öğrenilmez. Bilimsel bulguları bilimsel yayınlardan, yani akademik makale ve kitaplardan öğrenebilirsiniz. Akademik kitabı popüler kitaptan ayıran en belirgin nitelik, her bir özellikli bilginin dipnotla kaynaklandırılmasıdır. Bunları okumak çok satanlar listesinden kolay sindirilen çerez gibi kitaplar okumaya benzemez. Yorucu ve sıkıcıdır. Ama herkes bilim öğrenmek zorunda değil. Öyleyse şu ilkeden ayrılmamamız gerekir: Bildiğimiz kadar fikrimiz olmalı. Bilmediğimiz şeyi bildiğimizi varsaymamalıyız. Dağınık birkaç bilgi parçasıyla bir konuyu anladığımızı düşünmemeliyiz. Aslında bu yalnızca sıradan kişinin değil bilimadamının da ahlakı olmalıdır.

Kural iki: Feministten bilim öğrenilmez. Feminist, feminizmin tanımı gereği bütün bilgiyi kadının çıkarına ve kadının zararına olarak sınıflar. Kadının zararına olduğunu düşündüğü bilgiyi yok sayar, üstünü sistemli olarak örter. Feministliğiyle yüzleşmemiş ve bunu bir yanlılık kusuru sayıp düzeltmeye çalışmamış akademisyenin nesnel ve yansız olması olanaksızdır. Bu bilimadamları zamanla öyle bir bilgi birikimi ortaya çıkarır ki, bu kitapta örneği görüldüğü gibi erkekleri ikinci sınıf insan saymaya, “bilim böyle diyor” demeye başlarlar. Üstelik bu iki kitabın görece insaflı olduğunu da söylemeliyiz. Batı üniversitelerinde 90’lardan sonra mantar gibi biten, ne yazık ki kıblesi Batı olan Türk üniversitelerinin de taklit etmeye başladıkları “kadın çalışmaları” kürsülerinin ürettikleri bilgi çok daha ideolojiktir. Buralarda çalışan akademisyenler en kolay çarpıtılan bilgi türü olan istatistiğe oyun hamuru gibi diledikleri biçimi verme konusunda epey yol aldılar.

Bu kadın feminist olduğunu açıkça söylüyor (2. kitap sayfa 39). Feminizmin ne olduğunu bilen biri için birinci kitabın daha ilk sayfalarında bu zaten net olarak anlaşılıyor. Ayrıca her iki kitap boyunca kadınlardan söz ederken “biz” demekten çekinmiyor, böylece bilimadamı titizliğinden uzak olduğunu gösteriyor.

Değerlendirmeyi okuyunca anlayacaksınız, bu iki kitap aslında baştan sonra “erkek değil misiniz, cinsellik ve kavgadan başka bir şey düşünmezsiniz; oysa biz kadınlar ne asil, ince ruhlu, karmaşık yaratıklarız” saçmalığının altı yüz sayfaya sündürülmüşüdür.

Yorumlamaya geçmeden önce yazarın satır aralarında belli ettiği üç temel paradigmaya işaret etmek gerekir. Bunlardan biri insanın doğayla savaşı (1/28). Bu paradigmada üretilen düşünceler çelişkili sonuçlar yaratmaya eğilimlidir. Evrimin rastlantısal (aptalca) ilerlediği varsayılır. Buna göre insanın onaramayacağı ve üstesinden gelemeyeceği kusurlara sahip olması olasıdır. İkincisi; ruh-beden ayrımı (1/28, 80, 103, 113). Bu modern tıbbın ve psikiyatrinin egemen paradigmasıdır. Üretilen bütün düşünceler, bütün hipotezler bu kavramsal tabana oturur. Buna göre ruh ve beden insanın birbiriyle çatışabilen iki bağımsız bileşenidir. Bu ayrımın aslında sağduyuya aykırı olduğunu içten içe biliriz. Çünkü birbiriyle çatışan iki ayrı bileşenden oluştuğumuzu öne sürmek Tanrı’nın kusurlu yarattığını ima etmek olur. Ne var ki eğitim sistemimiz bu ayrıma dayalı tasarlanmıştır. Çilecilik bedeni öldürmeye çalıştığı için bu paradigmaya dayanır. Psikiyatri insanın ruhunu bedeninden bağımsız olarak onarmaya çalıştığı için bu paradigmaya dayanır. Fizyolojik tıp da aynı şekilde. Yazar bir psikiyatrist. Üçüncü paradigma, insanlığın on binlerce yıl sefalet içinde yarı-hayvan olarak yaşadığı, zaman çizgisinin ancak son binde birinde önce uygarlığı sonra da modern uygarlığı keşfedince insan gibi yaşamaya başladığı (1/80). Kısaca ilerleme ve “akıl çağı” paradigması. Bu önemlidir çünkü insanın tasarımına kökünden aykırı ve sürdürülemez ahlak ve sağkalım sistemlerini doğrulamak için bu efsane kullanılıyor. Nitekim her iki kitapta yüz bin yılın son binde birinde kadının “bağımsızlığını” kazandığı ve bunun artık hep böyle kalacağı iması var. Bilimsel gerçeklere oturmayan bu varsayım verilerin at gözlüğüyle işlenmesi ve bilimin ideolojiye alet edilmesi için gereken arka planı hazırlıyor. Bu üç paradigma bu yazara özgü değil; modern bilimadamlarının hemen hepsinin zihnine yerleşmiştir. Yine de bu iki kitabın insanın en temel doğasıyla ilgili iddiaları olduğu için buna dikkat çekilmesi gerekir diye düşündüm.

 

Kadın Beyni

Kelebek Yayınevi, 2007. Çeviren: Zeynep Heyzen Ateş

Eğitimi sırasında kadınların depresyon oranının erkeklerinkinin iki katı olduğunu duyunca afalladığını söyleyen yazar (1/24), intiharla sonuçlanan depresyonlarda erkeğin kadını katladığı bilgisini okurdan esirgiyor.[1] Sonra bu eksik bilgiyle faturayı “1970’lerin erkek egemen Batı’sına” kesiyor. Erkeklerin intihar etmelerinin nedeni “egemenlikleri” mi? 148. sayfada aynı yalanı daha vurgulu bir şekilde söylüyor. Depresyon görülme sıklığı konusunda “cinsiyetler arasındaki bu uçurum” “rahatsız edici bir fenomen”miş. İntiharla sonuçlanan depresyon vakası sayısındaki ters uçurumun nedenini sakın sormayın…

27. sayfada yazar erkeklerin 52 saniyede bir cinsellik düşündüğünü, buna karşılık kadınların günde bir kez cinsellik düşündüğünü bildiriyor. Dipnotlara baktığımızda 52 saniye (günde 1100 eder!) saçmalığının kaynağını vermediğini görüyoruz. Veriler istediği kadar bilimsel kılıkta gelsin, insan makul olup olmadığını bir düşünür… Yine 110. sayfada “erkekler cinselliği kadınlardan fazla düşünürler” ve 111. sayfada “her dakika seksi düşünürler” bilgisinin de kaynağı yok. Aynı efsaneyi Erkek Beyni kitabında ikinci kez yineleyecek, dördünde de kaynak vermeyecek![2] İşte size popüler bilim…

Bu “7 saniyede bir” veya “52 saniyede bir” gibi akıl almaz efsanelerin dayandırıldığı deneyler ya nesnel sonuç vermeyeceği baştan belli olan anketler ya da fMRI taraması denen çok yeni bir çalışma alanıdır. Bu deneyde beynin yaydığı elektromanyetik dalganın yerini algılayan bir düzenek kafanın üzerine giydiriliyor. Her bir dış uyarana veya uğraşa göre beynin dalga yayan yeri o işle ilgili yer olarak etiketleniyor. Bu etiketleme gözlemsel. Yani gözlemin ardındaki mekanizma bilinmiyor. Kırmızı görünce sinyal veren bölgeye “kırmızı bölgesi” deniyor. Neden kırmızının o bölgeyi hareket geçirdiği bilinmiyor. Erkek beynindeki cinsellik bölgesi kadın beynindekinin 2,5 katı diye erkeğin çok cinsellik düşündüğünü öne sürüyorlar. Ama bu yaşamdaki gözlemlerle uyuşmuyor. Kadının beyninde “cinsellik bölgesi” dedikleri yerin cinsellikle ilgili bütün düşünsel işlevleri barındıran yer olmaması gerekir. Diyelim ki bir hayvanı avlamak üzere güdülendiniz. Güdülendiğinizde nöro-bilimci, MRI takımıyla yanı başınızdaydı ve beyninizin avlanmayla, saldırıyla ilgili bölgesinde bir hareketlenme kaydetti. Ardından okunuzun ucunun olmadığını fark ettiniz ve oka uç yapmaya başladınız. Nöro-bilimci bu kez beyninizin mekanik uğraşlarla veya marangozlukla ilgili bölümünde hareketlenme gördü. Ardından kamuflaj için üstünüze başınıza çalılar dolamaya başladınız. Nöro-bilimci terzilikle, giyimle ilgili bölümlerde hareketlenme gördü. Şimdi nöro-bilimci farklı bölgelerde sinyal alınıyor diye sizin avın dışında bir şeyle ilgilendiğinizi öne sürecek olursa bu olmaz. Kadının cinselliği de böyledir. Sabah evden çıkmadan bir saat saçını yapar, giysi seçmesi dakikalarını alır. Giyim kuşam alışverişi saatler sürer. Kocasının nerede ne hata yaptığını, hangi yıldönümünü unuttuğunu, hangi model saçını beğendiğini aklında tutar. Kocasının hangi kadına kaç saniye baktığını dikkatle izler ve kaydeder. Bunlar dolaylı olarak cinsellikle ilgili uğraşlardır. 52 saniye saçmalığına inanacak olsak milyonlarca erkeğin bütün gün kadınlara kur yaptıklarını görürdük. İş, güç, uygarlık, hiçbir şey olmazdı.

Erkeğin saldırganlığının gereksizliği iki kitap boyunca sürekli yinelenen bir tema. “Erkekler beynin en ilkel bölümünde daha güçlü işlemcilere sahipler” (1/27) derken bunun yalnızca kavgaya yaradığını ima ediyor, güvenlikle, rekabetle ilgili rolünü okura hatırlatmıyor.

Yine 41. sayfada kadının duygusal işaretleri daha iyi okuyabilmesini evrimsel olarak gerekçelendirirken saldırgan erkeklere “mağara adamı” diyor. Mağara adamları kadınlara saldıracaklarmış, kadınlar bundan korunabilmek için bu yetiyi geliştirmişler. Mağara adamlığını (veya mağara kadınlığını) kadınlara yakıştırmıyor. Mağara adamının kadın(lar)ını fiziksel tehlikelerden, yırtıcı hayvanlardan ve insanlardan koruma işlevini görmezden geliyor, yalnızca potansiyel bir tehdit olarak gösteriyor. Aynı sayfada erkeklerin “testosterona boğulmuş” (testosteronized), kızların ise “östrojen hakimiyetinde” (estrogen-ruled) olduğunu söylerken erkek için olumsuz, kadın için olumlu sözcük seçimlerini çevirmen Zeynep Heyzen Ateş’in ve yayıncının kırık not hanesine yazmamız gerekiyor. Çünkü orijinalinde duygu yüklü sözcükler yok. Yine de Türk okurun zihninde hasar gerçekleşiyor.

Ama yazarın yanlı sözcükler kullanmadığını sakın ha düşünmeyin. 45. sayfada testosteron yine “saldırgan seks hormonu” olarak mahkum ediliyor. Bu molekül sanki erkeğin kırıp dökmesi ve önüne geleni becermesi için tasarlanmış gibi bir izlenim yaratıyor. 58. sayfada “genç kız beyninin iletişimi çok iyi ödüllendirdiği” söyleniyor. Doğuştan gelen eğilimlerden söz etme sırası erkeğe geldiğinde ise “seks fikrinin beyinlerini ele geçirdiğinden” söz ediliyor (1/59). İkisi de tasarımın ve hormonların yönlendirdiği doğal eğilimler. Seçilen sözcüklerdeki karşıtlığa dikkat edin.

Devam eden bölümde ergen erkeğin neredeyse seksten başka hiçbir şey düşünmeyen bir hayvan olduğu ima ediliyor. Ergen erkeğin az konuşmasının nedeni gece gündüz seks düşündüğünün ortaya çıkmasından korkmasıymış! Hani hiç ergen erkek görmemiş olsak neredeyse inanacağız.

62. sayfada erkekler yine kadınlar için bir tehdit olarak gösteriliyor. Kadınlar erkeklerden korunmak için birlikler oluşturmuşlar, iletişim yeteneklerini “vahşi doğada” “erkeğe kaybetmemek” için, “erkeğin şiddet içeren tepkisinden” korunmak için geliştirmişler (1/146). Sanki ilkel çağlarda erkekler ayrı, kadınlar ayrı toplumlar oluşturdular! O zaman soyumuz nasıl sürmüş olmalı? Herhalde testosterona boğulmuş adamlar arada bir saldırıp tecavüz ettiler…

Biliyorsunuz “şiddet”, violence sözcüğünün yanlış bir çevirisidir ve aslında yoğunluk anlamına gelir. Feminist söylemde “şiddetin türlerinden” söz edilmeye başlanması yanlışın üzerine yanlış ekliyor ve kaba kuvvet içermeyen eylemleri de kapsama alıyor. Ama yalnızca erkeğin eylemlerini. Bu kitapta konu tartışılmıyor ama 146. sayfada şiddet kavramının nasıl erkeğin aleyhine kullanıldığının bir işaretini buluyoruz. Kadınlar “bir kere hızlı sözel devreleri çalışmaya başladığında kadının erkeğin asla ulaşamayacağı şiddette kelimelerden oluşan barajı yıkmasına yol açabilirler.” Erkeklerin bu durumda kadına laf yetiştiremediklerini yazar da onaylıyor. Burada anlattığı şey tam olarak feministlerin “sözlü şiddet” dediği şeydir ve yazar erkeklerin bu konuda kadınların eline su dökemeyeceğini itiraf etmiş oluyor. Ama okuyan kaç kişi anladı acaba?

79. sayfada Darwin’in her türün erkeğinin dişiyi etkilediğini söylediğini bildiriyor. Ama tam da bu sayfalarda erkeği için saatlerce süslenen bir kadının öyküsünü anlatıyordu. 83. sayfada “kadınların Botox tedavilerine ve kolajen iğnelerine başvurmalarına şaşmamalı” derken aradaki çelişkiyi görmüyor bile. Hemen arka sayfada “baştan çıkartma ve terk etme eski bir erkek geleneğidir” derken erkeklere hakaret etmekle kalmıyor, yine çelişkiye düşüyor. Botox ve kolajeni kadınlar erkekler kendilerini baştan çıkarsın diye mi yapıyorlar, yoksa kendileri onları baştan çıkarmak için mi?

Sıra cinsel ilişkiye geldiğinde yazar feminist yanlılığını yine belli ediyor. Kadınların cinsellikten zevk alabilmeleri ve gebe kalabilmeleri için kendilerini rahat ve güvende hissetmeleri gerektiğini söylüyor. Bunun zaman alabileceğini söyledikten sonra “erkeğinize yavaşlamasını ve sabırlı olmasını söyleyin” diyerek sorumluluğu erkeğe yıkıyor (1/97). Kadına kendisini rahat bırakmasını önermek aklına gelmiyor. İki kitabın hiçbir yerinde “kadınınıza şunu söyleyin” gibi bir tavsiye yok. Her konuda sorumluluk erkekte. Kadına tapmak da bu sorumluluklar arasında (1/98). “Kadını tanrı edinin ki orgazm olabilsin” demeye getiriyor. Konu orgazm taklidine geldiğinde kabahat ve sorumluluk yine erkekte (1/99). Kadına “taklit etmeyin, dürüst olun” demiyor ama gerçeği taklidinden ayıramayıp “geldin mi” diye saf saf soran erkeğin öküzlüğünü ima ediyor. Üstelik orgazm taklidinin kadının aldatmasıyla ilgisi bulunduğunu bildirdiği halde (1/107).

Cinselliğin biliminden söz ederken yanlılık sürüyor. Yazar erkeğin sertleşememe sorununa çok fazla eğilindiğini, buna karşılık kadının cinsel sorunlarıyla yeterince araştırma yapılmadığından yakınıyor (1/100). Oysa hemen önceki sayfada “on yıllar boyunca kadınlar kışkırtılmaya, filme alınmaya, röportajlara, kendilerine kablolar takılmasına ve bilim adamları tarafından incelenmeye razı oldular” demişti. Vah vah, yazık! Bir de araştırmalar yeterli olsa neler çekeceklerdi kim bilir. Kadın cinselliği bunlar yapılmadan mı araştırılacaktı? Erkek cinselliği araştırılırken erkeklere kablo takılmıyor muymuş?

Yazar cinselliğin bütün sorumluluğunu erkeğe yüklemeyi sürdürüyor. Kadının havaya girebilmesi için son 24 saatte kavga etmemiş olması gerektiği anlaşılmış. Güzel. Ama 102. sayfada son 24 saatte “kavga çıkartmama” görevini erkeğe yüklüyor. Kadına hiçbir söz yok. Sanki bütün kavgaları erkek çıkarıyor.

102. sayfada erkek orgazmını “biyolojik boşalmadan fazlası değil” diyerek aşağıladıktan sonra 103. sayfada kadın orgazmını “zekice” diye niteliyor.

Kadının mağdurluğu edebiyatı bilimsel kisvede tam gaz sürüyor. “On kızdan dördü çocukluklarında kendilerini rahatsız eden tatsız bir deneyim yaşarlar”mış ve bu olay cinsel yaşamlarını olumsuz etkilermiş (1/101). Kaynak yok. Bu deneyimin ne olduğu bilgisi yok. Buna karşılık on erkekten kaçı çocukluğunda rahatsız edici deneyim yaşıyor, bu bilgi de yok.

Yazar “aldatma” (cheat) sözcüğünü bu kitapta beş, Erkek Beyni kitabında bir kez erkekler için kullanıyor. Buna karşılık sözcüğü kadınlar için yalnızca bir kez kullanıyor. Kadının aldatmasından söz ederken “süregelen ilişkisi dışında bir sevgili” (1/107) ve “gizli sevgili” (1/108) ifadelerini yeğliyor.

Genç erkeğin cinsellikten başka bir şey düşünmeyen bir manyak olduğu saçmalığını 109. sayfada yineliyor. Testosteron tedavisi gören bir öğretmen kadın dozu yanlışlıkla artırınca öyle azmış ki ders aralarında mastürbasyon yapıyormuş. “On dokuz yaşında bir erkeğin nasıl hissettiğini” anlamış. On dokuz yaşında erkek tanımamış olsak neredeyse inanacağız! Yazar Batı’da cinsel suç işleyen erkeklere isteği bastırıcı hormon iğnesi vurulmasını önemsiz bir şeymiş gibi anlatıyor. Cinsel suç işleyen kadınlara neden müdahale edilmediğini sakın sormayın…

Kitabın başlarında kadın beyninin karşıdakinin duygularını okuma ve duygudaşlık kurma konusunda erkekten nasıl da üstün olduğunu uzun uzun anlatmıştı. Şimdi “baba beyni” bölümüne geldiğimizde acayip bir şey oluyor. Erkeğin gebe eşinin çektiği acıyı çekmeye başlaması Kuvad sendromuymuş ve bu bir “rahatsızlık”mış. Adını yazar koymadı tabi ama ikiyüzlülük çok açık değil mi? 138. sayfada konuya yeniden dönecek ve Roxy Hanım’ın sevdiği biri incindiğinde kendisi incinmiş gibi acı çekmesini “üstün yetenek” sayacak, erkeğin gebe eşine yönelttiği duygudaşlığı “rahatsızlık”. Gerçi bu da erkeğin değil kadının yeteneğiymiş! Çünkü yazarın anlatışına göre erkeği buna saldığı feromonla kadın hazırlıyor. Bunun bir hipotez olduğunu ve kesin olmadığını da ekliyor (kaynak yine yok) ama olsun, kadını yüceltecek ve erkeği aşağılayacaksa kesin doğru bilgidir!

Şimdi geldik kitabın en çirkin yerine. 138. sayfada kocasına elektrik şoku verilen kadınların beyninde yapılan fMRI taramasında acı çekmiş gibi tepkiler oluştuğu gözlendiği yazılı. Bu tepkiyi erkeklerin vermediğini yazarak paragrafı kapatıyor. Verdiği kaynağa baktığımızda açıkça yalan söylediğini görüyoruz (Singer, T., B. Seymour, et al. (2006). “Empathic neural responses are modulated by the perceived fairness of others.” Nature 439 (7075): 466–69. Makaleyi Sci-hub sitesinden ücretsiz indirebilirsiniz). Kaynaktaki deney şu: Erkek ve kadın denekler biri haksızlık edici öbürü adil iki görevliyle para oyunu oynuyorlar. Görevlilere elektrik şoku verildiğinde erkek ve kadın deneklerin beynindeki duygudaşlık tepkisini ölçüyorlar. Erkek denekler haksızlık edici görevlilere şok verildiğinde belirgin olarak daha az tepki verirken kadın deneklerin ayırt ediciliği daha az oluyor. Hatta makalede “bulgular, erkeklerin adaleti ve ceza yaptırımını sağlamadaki baskın rollerine işaret ediyor olabilir” yorumu bile var! Bilimi al, çarpıt, tanınmaz hale getir, sun. İşte size popüler bilim, işte size feminizm…

Bebek doğduktan sonra yazar erkeği aşağılamayı sürdürüyor. “Yeni anneler yılda 700 saat eksik uyuyorlar” bilgisini vermekte yetiniyor. Sanki babalar bebek doğunca başka eve taşınıp mışıl mışıl uyuyorlar! Çilekeş ve özverili anne uykusuzluktan intiharı düşünecek kadar oluyormuş. Baba horul horul uyuyor, merak etmeyin. “Bir bebeğin olursa hayatın değişir, iki bebeğin olursa hayatın biter” diye bir söz varmış da ne kadar doğruymuş. Bu biten hangi hayatmış, kadının çocuk yetiştirmekten daha büyük bir hayatı var mıymış, sakın sormayın…

Yeni annenin cinsel isteği azalırmış. Bu sırada erkekler saldırmak ve becermekten başka bir şey düşünmeyen hayvanlar oldukları için olsa gerek, erkeğin ilişki talebini geri çeviren anneyi yazar zerre eleştirmiyor. Erkeğiyle sevişmeyi reddeden annenin kocasını sevdiğine bizi inandırmaya çalışıyor (1/124). O hayvan koca 121. sayfada ne yapmıştı? Aşeren karısının bir dediğini iki etmemiş, çektiği acıyı çekmişti.

Yazarın her ne kadar emzirmenin anne ve çocuk için yararlarını anlatsa da emzirmeyi yıl bile dolmadan kesen anneyi eleştirmiyor (1/125). Çünkü feminist yazara göre kariyer çocuktan önemli. Feminist aşılamanın verdiği gazla imkansızı isteyen, hem çocuk hem kariyer yapmaya çalışan kadının hata yaptığını kabul etmiyor. “Telef oluyorlar” diyerek yine kadını gerçekleşen zararın edilgen tarafına koyuyor. Hayatları “yürümüyor”. Bir “durum” oluşuyor. Anneler “lanetleniyor” (1/129). Başardıklarında “kadın başardı” oluyor, başaramadıklarında “toplum yaptı” oluyor ki zaten feminist dilde onunla ima edilen “erkek yaptı”dır.

Annelikle ilgili sayfalarda annenin çocuğu tek başına yetiştirdiği gibi bir tını var. Oysa ikinci kitapta babalıktan söz ettiği sayfalarda anneyle babayı yan yana anıyordu. Ne olacağı kestirilemeyen ortamda annelerin korkak ve çekingen olduklarını, bebeklerin depresyon belirtileri gösterdiğini söylerken sözü hiç babaya getirmiyor (1/131). Oysa bir aile için güvenliğin kendisini de izlenimini de yaratan babadır. Bu paragrafta seçilen sözcükler gerçekten ilginç. “Annelerin yapabileceklerinden”, ulaşabilecekleri “kaynaklardan” söz ediyor. Basbayağı toplumun erkeklerinin ve babanın desteğidir bunlar ama ne erkeklerden ne babadan söz yok.

Altıncı bölümde aldatmanın işlendiği sayfalarda erkek düşmanlığı bir doz daha artıyor. Bakın, kitabın ilk bölümlerinde kadın beyninin karşıdakinin duygularını anlamak ve düşündüklerini sezmekte ve duygudaşlıkta ne kadar yetenekli olduğunu uzun uzun anlatmıştı. Yine 137. sayfada kocasının aklındaki fikri daha adam bile bilmiyorken Jane’in okuyabildiğini öne sürüyor! Evet, şaka değil. Kadınlar bu kadar yetenekliymiş. Gelgelelim Erkek Beyni kitabının 124. sayfasında kocasının “boş yüz ifadesini” yorumlayamayan, kendisi ağlarken kocasının da acı çektiğini anlayamayan Danielle’in örneğini veriyor! Kocası Danielle’in sorununu çözerek ona yardım etmeye çalışıyor, Danielle adamın sözlerini duymasına ve kendisiyle ilgilendiğini görmesine rağmen yüzünü okuyamadığı için yardım etmeye çalıştığına ikna olamıyor! Hangisine inanalım?

“Erkek Beyninde Yol Almak” bölümünde kadının duygudaşlığı ve erkeğin öküzlüğü konusuna yeniden giriyor. Verdiği örnekte Jane, Evan’a hemen evlenmek istemediği, yavaş gitmeleri gerektiği mesajını vermeye çalışıyor. Öküz Evan, Jane’in “sinyallerine” dikkat etmiyor. Mecazların arasında bize açık edilmeyen şey Jane’in bunu doğrudan söylemeyi deneyip denemediği. Söylememiş ve bunun yerine “sinyal vermeyi” seçmiş olduğunu anlıyoruz çünkü öküz Evan evlenme teklif edince zavallı Jane ağlamaya başlıyor. Evan kadın olsaydı Jane’in “kısılan dudakları, gözlerinin çevresindeki kasılmayı ve ağzının kenarındaki büzülmeyi” okuyabilecekti. Bu noktada yazar, Evan’ın kendisine açıkça söylenmeyen şeyi anlamıyor olmasını Asperger sendromuna benzeterek bütün erkekleri geri zekalı yerine koyuyor. Evan’ın evlenme teklifinde acele etmesi Jane’in sırtına sapladığı bir bıçakmış! Zavallı Jane’e Allah’tan sabır diliyoruz ve şu soruyu soruyoruz: Üç boyutlu geometriyi kavramakta zorlanan, park etme özürlü olan kadınları spastiklere benzetsek nasıl olurdu acaba?

Öküz Evan, talebi üzerine duyarlı prenses Jane’e istediği zamanı tanıyor. Sonra Jane evlenmeye hazır olduğunu söyleyince Evan “tamam” diyor. Jane ve yazar yine mutsuz. Jane bu kez Evan hemen bir yüzük getirip evlenme teklif etmedi diye onu terk etmeyi düşündüğünü sanıyor. Oysa Evan bunu güzel bir akşam yemeğine ertelemiş, ayrılmayı falan düşünmüyor. Bakın, Evan’ı işaretleri okuyamadığı için suçlayan yazar, Jane’in işaretleri okuyamıyor olmasını görmezden geliyor.

Yazarın aklımıza getirmek istemediği bir başka konu şu: Kadında bulunan fazladan ayna nöronları ve sayfalardır övülen duygudaşlık yeteneği onu daha iyi bir yargıç yapıyor mu? Elbette yanıtın hayır olduğunu biliyoruz. Erkeğin “duyguyu her ne pahasına olursa olsun görmezden gelmesi” (1/139) diye aşağıladığı soğukkanlı yaratılışı erkeği açıkça daha iyi bir yargıç, daha iyi bir koruyucu ve daha iyi bir yönetici yapar. Çünkü erkeği duygu sömürüsüyle aldatmak, zor koşullarla sinirini yıpratmak daha zordur.

Kadınla erkeğin belleğini anlatmak için 144. sayfada adamın evlenme teklifinin erkeğin ve kadının farklı renklerle hatırlamasının örneğini verirken adamın hatırlamadığı bazı “değerli detayları” kadının hatırladığını söylüyor. “Değerli” sözcüğünü her iki kitapta erkeğin hatırladığı veya başardığı hiçbir şey için kullanmıyor. Hem burada, hem de Erkek Beyni’nde kadın belleğinin duyguları da kaydettiğini söylerken (2/131) “Kız Beyni” bölümünde anlattığı aylık hormon döngüsünü unutuveriyor. Bakın, bu bölümde döngünün ilk iki haftasında kadının belleğinin daha iyi olduğunu söylemişti (1/65). Kadının belleğinin ayın gününe göre değiştiğini söylemişken nasıl oluyor da erkekten her zaman daha iyi hatırladığını öne sürüyor? Yazar bu bölümü yazarken döngünün son iki haftasında mıydı acaba?

Her iki kitapta en büyük yuva yıkıcılardan biri olan kadın dırdırıyla ilgili tek bir harf yok. Karısının dırdırına katlanmak zorunda kalan tek bir erkek örneği yok. 151. sayfada ise kocasının “tiratlarına” katlandığı söylenen bir kadın vesilesiyle “erkek dırdırı”ndan yakınıyor. Yazar, karısından herkesin içinde tokat yiyen (1/161) bu adamın haklılığını zor da olsa teslim ediyor ve menopozlarıyla baş edemeyen kadınların suçu kocalarına attıklarını itiraf ediyor (1/162). Buna rağmen kocasını terk ettikten sonra özleyecek (1/171) olan bu kadın yazar tarafından eleştirilmiyor.

Görece önemsiz olmakla birlikte yazarın kendi uzmanlık çevresi dışına çıkamadığını gösteren bir işaret, ortalama ömür ile ortalama yetişkin ömrü arasındaki farkı bilmemesi. Kadın Beyni’nin 171. sayfasında, Erkek Beyni’nin 149. sayfasında 20.yy’in başlarında ABD’de ortalama ömrün 45 olduğunu söylüyor ve buna dayanarak o zamanlar menopoz ve andropozun ender olduğunu söylüyor. Oysa bebek ölümleri ortalama ömür hesabını düşürür. Ortalama yetişkin ömrü bundan uzundur. O zamanlar ortalama bebek ölüm oranı binde 150-250 olduğuna göre düz bir hesapla ortalama yetişkin ömrü 55-60 eder, 45 değil.

Kitapta “Tanrı” sözcüğünden çok “Doğa Ana” ve “Toprak Ana” sözcükleri geçiyor. Doğa veya toprak neden baba olamıyor, sakın sormayın…

Kitabın sonuç bölümünde pervasız ideolojik yanlılıklarla yazılan bir kitaptan bilim öğrenilemeyeceği bir kez daha ortaya çıkıyor. Kitap boyunca örneklerini verdikten sonra bu bölümde geç evlenip geç çocuk yapmanın kadınları nasıl sıkıştırdığını ve soruna yol açtığını söyledikten sonra yine feminist refleksine yeniliyor ve “çocuk da yapsınlar kariyer de” diyor. İkisini birden yapamayacaklarını bilimsel olarak itiraf ediyor, sonra ideolojik olarak çark ediyor. Çocuğu bakıcıya bırakıp “kariyerini” sürdüren kadınların çocuklarına ne olduğu yazarın ilgi alanına girmiyor. Bu mantıkla babalık görevinin de tohumunu verir vermez bitmesi gerekirdi.

Son 30-40 yıla dek kadınla erkeğin farkları konusundaki çalışmaların kadınların eşitlik iddiasıyla çeliştiği düşünüldüğü için yapılmadığını söylüyor (1/174). Ama bu varsayımın yanlışlığını dile getirmekteki güdülenmesinin bilime hizmet etmek değil yine kadının çıkarına hizmet etmek olduğunu da açıkça belirtiyor. Çünkü kadınla erkeğin farkı konusundaki çalışmaların kadınların yararına olduğunu düşünüyor (1/174-175). İkinci Kural’da bildirdiğim üzere, bilgiyi ancak kadının yararına olacağını umarak üretiyor. Üstüne üstlük bu konudaki çalışmaların geçmişte tek yönlü olması nedeniyle yine erkekleri suçluyor.

 

Erkek Beyni

Say Yayınları, 2011. Çeviren: Gül Tonak

Daha kitaba başlarken verdiği bilgiler ilk kitapta açık seçik gördüğümüz ideolojik yanlılığı pekiştiriyor. Bu kez feminist olduğunu doğrudan söylüyor (2/39). Kitabı 25 yıllık nöro-psikiyatri deneyimiyle yazdığını söylüyor (2/25) ama bu bilginin çoğu kadınlara özel kliniğinden geliyor (2/23). Zaten birinci kitabın sonunda “binlerce kadınla” görüştüğünü söylemişti. Aynı şeyi erkekler için söylemiyor. Erkek Beyni’ni yazarken görüştüğü herkes erkek beyniyle alay edip yazacak bir şey olmadığını söylemiş (yazar bunu gerçekten komik buluyor). Bu da bize yazarın çevresinin yanlılığı hakkında bilgi veriyor. Bu, yazarın bilimsel anlamda erkeklere uzaklığını gösteren bilgi. Bir de feminist geçmişinden kaynaklanan cahilliği var. İlk oğlu olduğunda kesinlikle erkek çocuk istemiyormuş (2/26). Erkekler hakkında hiçbir şey bilmiyormuş. 25 yıllık klinik çalışmanın ardından erkekleri tanıdığını öne sürüyor. Oysa ilerleyen sayfalarda on dört yıl sonra hâlâ erkekler hakkında cahil olduğunu itiraf edecek. Anlıyoruz ki yetersiz bilgiye sahip olmasına rağmen bu ikinci kitabı yazmasının nedeni birinci kitabın başarısıyla gelen para hırsı. Erkek Beyni, Kadın Beyni kadar satmayınca yazar daha sonra kadınlarla ilgili bir kitap daha yazmış.

Yazar oğlu olduğunda o kadar cahil ve o kadar feministmiş ki oğluna kız oyuncakları almış (2/39). Oğlu 14 yaşına geldiğinde “testosteron zihnini, bedenini ve ruhunu ele geçirecek” diye telaşlanmış (2/55). Demek ki aradan 14 yıl geçmesine rağmen erkekler hakkında hâlâ cahil. Bu 14 yılın klinikteki 25 yılın neresine denk geldiği sorusu akla geliyor. Kitabı yazana dek geçen sürede yazarın zihninde bilimsel düşünce feminizme baskın çıkamamış olmalı ki erkeğin cinsellikten başka bir şey düşünmediği ezberini yineliyor (2/55).

Bu yanlılığa rağmen bizim vatan haini hükümetlerimizin taklit etmek istedikleri Amerikan eğitim sisteminin erkekleri baskıladığını ve başarısız yaptığını itiraf edecek olgunluğu gösteriyor (2/59). Okulun başlama saati bile ergen erkeğe ters geliyormuş. Ergen erkeklerin yaratılış özelliği olarak zevk alma işlevinin düşük olduğunu belirtiyor (2/60) ama kadınların “depresyon mağduru” olması bilgisiyle bunu yan yana koymuyor. Çünkü koysa gerçekte depresyondan kötü etkilenen tarafın erkek olduğunu itiraf etmek zorunda kalacak.

50-51. sayfalarda kadınların erkeklerin yapabildiklerini yapabilecek potansiyele sahip olduğu öyküsüne dönerek iki kitap boyunca anlattıklarını çürütüyor.

Ergen erkeği anlattığı sayfalarda erkeklerde kadın dırdırına karşı doğal bir koruma sisteminden söz ediyor (2/64-65). “Parazit” ve “çok konuşma” terimlerini kullanıyor, “dırdır” demiyor. Bu arada testosteronun kişilerden bağımsız konularla ilgili konuşma eğilimi yarattığını gösteren bir bulguyu da dikkatimize sunuyor. Nesnel ve yansız düşünceyi güçlendirebileceğini gösteriyor. Ama elbette tek yönlü bakan yazarın gözü bunun erkeğe ne kattığını değil, ne götürdüğünü görüyor. İki kitapta da erkeğin “saldırganlığı” olarak nitelediği yürekliliğin erkeklerin yeni fikirler üretmesine ve böylece insanlığa katkı sağladığına kısaca dokunup geçiyor (2/70). Birinci kitapta mağara adamları hakkında söylediklerini anımsarsak (1/41+) evrimsel süreçte sanki erkekler yalnızca kadınlara saldıracak, kadınlar da yalnızca erkeklerin saldırganlığından korunacak yetiler geliştirmişler gibi bir resim ortaya çıkıyor. Oysa kadınların göreli korkaklığı yalnızca erkeklerin karşısında değil birbirlerinin karşısında da gerçekleşir. Pek çok kültürde bir erkeğin kendisinden zayıf olduğu belli olan bir kadına ve hatta erkeğe vurması yüreklilik değil zayıflık kabul edilir.

Bu bölümde erkeklerin cinselliği hakkında açık ve net yalanlar söylüyor. “Çalışmaların” erkeklerin yirmili yaşlara dek “günde bir ila üç kez boşalmaya ihtiyaçları olduğunu gösterdiğini” okurken “çüş” diyor ve neymiş o çalışmalar acaba diye dipnota baktığımızda tek kaynak olan üroloji kitabında böyle bir bilgi bulunmadığını görüyoruz (2/73). Kitabın bu şekilde yayınlanması inanılır gibi değil.

Erkeğin cinsel eğilimlerinden söz ettiği sayfalarda her kadının tekeşli olma eğilimi olan erkeği aradığını varsayıyor (2/83). Bunun yanlış olduğu bilinen bir şeydir. Tarikat liderinin karılarından ve güçlü erkeğe kuma olmak için can atan kadınlardan yazarın haberi mi yok? Ayrıca mantık, her kadın tekeşli erkek arasaydı çokeşli erkeklerin kadın bulamayacağını söyler.

Bundan daha büyük bir yanlış 86. sayfada geliyor. Tek bir veriyi, belli bir yalan makinasıyla çözümlenen ses titremesini dikkate alarak erkeklerin daha iyi yalancılar olduklarını söylüyor. Özellikle aldatma durumunda kadınların daha başarılı yalancılar olduğu yaşam deneyimiyle iyi bilinen bir olgudur. Boşanma başvurusu yapan kadınların çoğunun (aldatmasalar da) bir süredir görüştükleri bir erkeğin olduğunu gösteren anketler bunu destekler. Yazarın kaynak gösterdiği makalede yer almasına rağmen okurdan gizlediği bilgi ise bu durumun yalnızca önceden hazırlanmış yalanlar için geçerli olduğu ve gözlenen farkın çok büyük olmadığıdır[3]. Anında söyleniveren yalanlarda kadınların daha usta olduğu bilgisini gizliyor. Kadınların daha iyi yalancılar olduğu bulgusuna ulaşan yayınları[4] görmezden gelmesi, yazarın kadın lehine bir sonuç bulana dek bilimsel yazını taramış olduğunu ve ideolojik yanlılığını açıkça belli ediyor. Üstelik yazarın ilk kitapta sayfalar boyunca (ör. 137) anlattığı kadının duyguları ve düşünceleri okuma yeteneğiyle çelişiyor. Ve üstelik kendisini aldatan kocasının yalanını üstün düşünce okuma yeteneğiyle şak diye anlayan bir kadının örneği de vermişti. Hangisine inanalım?

Bir başka çelişki 88. sayfada geliyor. Sözüm ona “52 saniyede bir” cinsellik düşünen erkek meğer hemen ardından başka şey düşünüyormuş, yani o bilgi yok hükmündeymiş. Önünden geçen çekici bir kadına dönüp bakması erkeğin sadakatsizliği veya o kadınla yatmayı istemesi değil, otomatik bir davranışmış. Ama yazar bunun üstünde fazla durmuyor, hemen konuyu değiştiriyor. 91. sayfada yine feminist damarı tutuyor ve erkeğin bir gecelik ilişkiye daha meraklı olduğunu öne sürüyor. Sormak gerekir, bu bir gecelik ilişkiyi kimle yaşıyor? Bir başka kadınla değil mi? Bir adama bir kadın düştüğüne göre “bir gecelik ilişkiye erkek meraklı” denebilir mi? Bu nasıl matematik? Nitekim dipnotta verdiği makaleyi okuduğumuzda bunun yalnızca bir anket çalışması olduğunu görüyoruz. Yani erkeğin on dört, kadının birkaç kişiyle eşleşmesi olgusal bir durum değilmiş, yalnızca sorulara verdikleri yanıtlardan çıkıyormuş[5]. Üstelik bu tür sorulara kadınların utangaç ve mazbut yanıtlar vermesi hem “azgın” görüntü vermek istemeyen yaradılışlarının hem de kültürün bir etkisidir. Sözde kadınla erkeğin arasındaki farkları çalışan yazar bunu bilmezden geliyor. Ve üstelik aynı makalede kadının ve erkeğin çokeşliliğinde nicel bir fark olmayıp yalnızca kısa ve uzun erimli üreme stratejisinde farklar olduğu belirtiliyor.

Yazar, erkeğin boşaldıktan hemen sonra uyumasının onun doğal yaradılışı olduğunu anlattıktan sonra (2/101) kadına basitçe bunu kabullenmesini söylemek yerine yine erkeğin sorumlu olduğunu ima ediyor.

Yanlılık babalığı anlattığı bölümde sürüyor. Karısını doğururken izleyen adamın sıkıntıdan ve gerginlikten bayılacak gibi olduğunu söyledikten sonra “kadın olmadığına hiç bu kadar memnun olmadı” diyor (2/106). Adam memnuniyetinden bayılacakmış, desenize.

Çocuk doğduktan sonra ailede patron yine kadın ve erkek eşekbaşı olmayı sürdürüyor. Yazar, babanın bebekle zaman geçirmesine izin verme hakkının annede olduğunu öne sürdükten sonra babanın bebek bakımına dahil edilmesi emrinin de anneden geleceğini söylüyor (2/111). Yani erkeğin ne yaklaşma, ne uzaklaşma hakkı var. Yaklaşmasına da kadın izin verecek, uzaklaşmasına da. Yaklaşmasını da kadın emredecek, uzaklaşmasını da.

Aslında bu sayfalarda babanın vazgeçilmezliğinin vurgulanması gerekiyor çünkü yazarın pek beğendiği modern Batı’da çocukların yarısından fazlası babasız büyüyor ve bu yüzden ruh hastası oluyor. Baba çocukla görece kısa süre bile geçirse ona zeka, yaratıcılık, özgüven, sorumluluk duygusu verdiğini açıkça bildiriyor. Bunlar annenin yapamadığı şeyler. Ama yazar feminist gözlüklerini bir türlü atamıyor. Babanın vazgeçilmezliğini itiraf etmesine rağmen annenin çocukla daha “uyumlu” olduğunu öne sürüyor (2/114). Babanın sertliğinin gerekli olduğunu itiraf ederken (2/114-116) onaylayıcı ve övücü tek bir sözcük kullanmıyor. Yazarın dilinin gerçekten soğuduğu sayfalar bunlar. İstemeyerek yazmış gibi. Bu durum erkekler hakkındaki cahilliğini başta itiraf eden yazarın bazı bölümleri başkasına yazdırmış olma olasılığını güçlendiriyor.

Altıncı bölümde erkek zihnini kadından ayıran en önemli özellik olan nesnel olabilme yeteneğini anlatmaya başlıyor. Ama erkeğin bu yeteneğinden yine arızaymış gibi söz ediyor. Mantıklı ve olumlu davranan Neil’in “erkek beyninin devrelerinin döngüsüne kapıldığını” yazıyor (2/124). Neil, Danielle’in acısını hissedebiliyor, çözüm de buluyor ama yine de yetersiz çünkü Neil’in “ıstırap içinde debelenme” yeteneği yok. Kendisine danışmak için geldiklerinde yazar Danielle’e Neil’in onu gerçekten sevdiğini ve onu umursadığını söylüyor. Bu bölüm burada bitmesi gerekirken yazar son sözü yine Danielle’e söyletiyor: “Ama yüzündeki ifadeden anlaşılmıyor.” Yine olmadı Neil, yine sen yetersizsin.

Olgun erkek bölümünde (2/149) yazarın “beyindeki ve penisteki hormonlar” yazması bir klavye sürçmesi midir, yoksa erkeği penis olarak gören feminist beyninin bir oyunu mudur bilemedim. Penis hormon salgılamaz.

Kitap boyunca sık sık fare deneylerinden insanlar için sonuç çıkarıyor. Bunu yaparken farelerin ve insanların bilinen fizyolojik benzerliğine dayanıyor. Ama çalıştığı konu beyin, davranış ve cinsiyet farkı; fizyoloji değil. Hayvan deneylerinden, özellikle de cinsiyet deneylerinden insan için sonuç çıkarmanın yanlışlığı ayrıca ortaya konmuştur. (örnek: https://www.jneurosci.org/content/36/47/1182)

Bazı konular yazarın toplumu ve bizimki arasındaki kültür farkından dolayı yazıldığı gibi kabul edilmemeli. Alfa-beta erkek ayrımı bizde Amerika’daki kadar keskin değildir. Amerikan toplumu acımasızlık ve zorbalık üzerine inşa edildiği için çocukların ve gençlerin birbirini ezmesine, öğrencileri haraca kesen okul kabadayılarının ortaya çıkmasına izin verir. Bu, erkek düşmanlığına bahane edilen bir aşırılıktır. Yazarın kitapta konu ettiği bütün erkekler zengin ve sağlıklı alfa erkekler. Nüfusun geneliyle ilgili saptamalar yaparken krem katmanını çalışması bilimsel olarak tutarsız.

 

Sonuç

Yazarın iki cinsiyeti nitelemek için kullandığı sıfatlar:

Kadın: “Muazzam” (1/145), “olağanüstü yetenekler” (1/132), “zarif” (1/79), “aynı anda birçok işi yapabilir” (1/101), “doğuştan gelen iyi davranma eğilimi” (1/49).

Erkek: “Tehdit”, “saldırgan” (pek çok yerde), “barbar” (2/130), “takıntılı” (2/24), “tuhaf” (2/132), “kavrayamaz” (2/127), “egolu” (2/128), “baştan çıkarıp terk eder” (1/84), “çöplüğünü korur” (2/14), anlaması için “kafasına vurmak” (1/133) veya “bağırmak gerek” (1/139).

Yazar yetişkin kadınlar için kullandığı “daha büyük yetenek” (greater ability), “üstün sinir bağlantısı” (superior brain wiring) ve “üstün yetenek (superior ability) ifadelerinin hiçbirini erkeğin üstün olduğu konular için kullanmıyor. “Kadın beyninin gücü” (female brainpower, power of female brain) ifadesini iki kez (1/75, 172) kullanmasına karşılık erkek için hiç kullanmıyor. Bunlar yazarın bilinçaltındaki ve bilincindeki yanlılığı fazlasıyla ortaya koyuyor. Kaynakçalarda yer alan yüzlerce makale ve kitap bize bilimsel yansızlık izlenimi vermemeli. Çünkü bu kaynakların derlenirken aynı bilişsel filtrelerden geçmemiş ve yanlı olarak kullanılmamış olması zordur.

Bu kitabı okumanın tek yararı, kadınla erkeğin farkının yalnızca fizyolojik değil zihin/ruh/kişilik/benlik düzeyinde de çarpıcı olduğunu anlamasını sağlaması ve farklılıkların yalnızca bedensel olduğu cahilliğini bir nebze gidermesi olabilir. Ama bu da okurun düşünerek kendi çıkarması gereken bir sonuç. Kendi kurması gereken bir bağlantı. Yazar bu mesajı doğrudan vermiyor. Yani “kadın ve erkek hiçbir konuda eşit olamaz çünkü fizyolojileri gibi psikolojileri de farklı” demiyor. “Eşitliğe” ve kadın üstünlüğüne inandığı için erkeğin hakkını vermesi de mümkün değildir. Nitekim böyle de olduğunu iki kitabı bitirince görüyoruz.

Her iki kitapta evlilik ilişkisi için yararlı olabilecek fazla bir bilgi yok. İkinci kitapta erkeğin ölçüsüz öfkesi konu edilmiş ama sözgelimi “karı dırdırı” olarak bilinen ve nice evliliği yıkan olgu hiç işlenmemiş. Erkeğin aile reisliği hiç işlenmemiş, tersine erkek baskınlığı “ego” adıyla aşağılandığı için reisliği hak etmediği ima edilmiş. Babanın çocuk gelişimi için vazgeçilmezliği itiraf edilmiş ama Batı ülkelerinde feminizm yüzünden babasız büyüyen milyonlarca çocuğa hiç değinilmemiş. Erkek Beyni’nde koca öfkesini konu etmesine rağmen Kadın Beyni’nde karı öfkesinin hiç sözü geçmiyor. Kadın Beyni’nde yaşlılıktan söz eden bölümde kocasına haksızlık eden, hakaret eden ve vuran Sylvia’dan söz etmesine rağmen öyle bir yazmış ki, kitabı bir uzaylı okusa insanın dişisinin hiç öfkelenmediğini sanırdı.

Bunun yanında kadınlarla erkekler arasında matematik, geometri, eleştirel düşünme gibi erkeğin güçlü olduğu konulardaki farklardan söz etmiyor. Haksızlığa başkaldıran kahramanların, sistem kurucuların, adil yargıçların neden erkeklerden çıktığını açıklayan çok az şey bulunuyor. Yeşil ışıkta duran taksiciye sinirlenen erkek “bölgesini koruma güdüsüyle” hareket ediyormuş (2/129). Sanki kadın sürücüler böyle bir durumda öfkelenmiyorlar. Adamın ne kadar yersiz öfkelendiğini evire çevire anlatırken öfkesini yutma yeteneğinin yalnızca kadınlara ait olduğu izlenimi yaratıyor (1/145-146). Taksiciyle kavga etti diye boşanma aşamasına geliveren dengesiz karısına açıklama yaparken sanki adamın öfkesinin hiçbir işlevi yokmuş gibi “erkek beynindeki hormon kokteyli” sözcüklerini kullanıyor. Oysa kadınların abartılı kaygı ve korkularını “koruma içgüdüsü” diye açıklamıştı (1/148). Yazarın erkeklere ne kadar yabancı olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Sayfaların hacmine kalsa erkeğin yaşamında saldırganlık ve cinsellik dışında pek bir şey yok. Çünkü yazar defalarca belirttiği üzere bir feminist ve akademik ilgisini ideolojik olarak yönlendiriyor. Kadın ve erkek beyniyle ilgili iki kitap yazıldıysa mucitlerin, mühendislerin çoğunun; kaşiflerin, filozofların ve peygamberlerin hepsinin erkek oluşunu; kadınların erkeklerden daha iyi bakıcılar, hemşireler, yuva ve ilkokul öğretmenleri oluşunu açıklayabilmesi beklenirdi. Birinci kitapta kadınla ilgili kısmı açıklayan ipuçları var ama erkekle ilgili olanları her iki kitapta bulamıyoruz. Modern yaşamın erkek için gitgide sınırlayıcı ve engelleyici olduğuyla ilgili bir saptama veya erkekliğin neden gözden düştüğüyle ilgili bir yorum da bulamıyoruz. Kadınların duygudaşlık yetilerinin üstün olduğunu ve çevrelerindeki insanların acılarına daha duyarlı olduğunu öne süren yazar modern dünyanın erkeklerinin acılarına kendisi duyarlı görünmüyor. İlk kitabın sonucu dört, ikinci kitabın sonucu bir buçuk sayfa… Birinci kitabı bitirirken kadının sorunları (hangi?) ve talepleri için toplumdan “yeni bir toplumsal anlaşma” isterken (1/174), erkeklerden kadınlara uyum sağlamalarını isterken (1/175), ikinci kitabı bitirirken erkekleri tükenme noktasına getiren sorunlar sanki hiç var olmamış gibi, toplumdan ve kadınlardan herhangi bir talebi olmuyor. Pek bilimsel!

Ama zaten bilimsel olamadığını, politik doğruculukla bilimsellik arasında sıkıştığını itiraf ediyor (1/175). Hoş karşılanmasa da bilimsel gerçeği politik doğruculuğun üstünde tuttuğunu iddia ediyor ama bu doğru değil. Her iki kitapta da feministlerin hoş karşılamayacakları bilimsel gerçekler bulunmuyor (bkz. önceki paragraf) çünkü politik doğruculuğu üstte tutmuş.

İlk kitabı kadınlara yardım etmek için yazdığını söylüyor (1/174). İkinci kitabı ise ilk kitabın başarısının getirdiği para hırsıyla, erkeklerin durumu için en küçük kaygı duymadan yazdığını böylece bir kez daha anlamış oluyoruz. Nitekim kliniğine “binlerce” kadın gelmiş ama binlerce erkekten söz etmedi. Her iki kitabın sonuç bölümü yan yana okunduğunda yazarın bilimselliği bütünüyle terk edip ideolojiye boğulduğu açıkça görülebilir.

Yazar iki kitabı da bir şeylere kılavuz olmak için yazdığını söylüyor. Bilimsel düşünceden uzak ve ideolojik önyargılara boğulduğu için kitaplar bu amaca ulaşmıyor. Tersine, okurda erkek nefretini daha da artırmış olması olası. Burada bir bölümünü (hepsini değil) sıraladığım yanlılıkların farkına varmadan bu iki kitabı veya ikisinden birini okuyan kadınlar budalaca bir narsisizme kapılacak ve erkeklerden tiksinmeyi sürdürecekler. Erkek okurlar da kendilerini hor görecek, kadınlara yersiz bir hayranlık duyacak ve gerçekçi olmayan taleplerini karşılamak zorunda hissedecekler. Bu kitapların kılavuz olduğu şeyler erkek nefreti ve bilgi kirliliğidir.

 

Dipnotlar:

[1] TÜİK verilerine göre erkeğin intihar oranı kadınınkinin yaklaşık üç katıdır. Dünyada da oranlar benzerdir. bkz: Carlos Nordt, Ingeborg Warnke, Erich Seifritz, Wolfram Kawohl, Modelling suicide and unemployment: a longitudinal analysis covering 63 countries, 2000–11, Lancet Psychiatry 2015; 2: 239–45.

[2] İşin gerçeği, erkekle kadının aklından cinsellik kadınınkinden daha sık geçmesi olasıdır ve makuldür. Ancak bu fark erkekte günde 19’a karşılık kadında günde 10 dolayındadır. Üstelik bu fark oranı uyku ve yemek gibi konularda da korunuyor. Bkz: Terri D. Fisher, Zachary T. Moore & Mary-Jo Pittenger (2012) Sex on the Brain?: An Examination of Frequency of Sexual Cognitions as a Function of Gender, Erotophilia, and Social Desirability, The Journal of Sex Research, 49:1, 69-77. Sci-Hub sitesinden ücretsiz indirebilirsiniz.

[3] O’Hair, D., and M. J. Cody. “Gender and vocal stress differences during truthful and deceptive information sequences.” Human Relations 40(1): 1–13. Sci-Hub sitesinden ücretsiz indirebilirsiniz.

Önceden hazırlanmış olmayıp anlık kurgulanan yalanı söylerken kadın deneklerin daha rahat ve inandırıcı oldukları gözlemi şu deneyde de yineleniyor: Cody, M. J., & O’Hair, H. D. (1983). Nonverbal communication and deception: Differences in deception cues due to gender and communicator dominance. Communication Monographs, 50(3), 175-192.

[4] Birkaç örnek:

Tyler, James & Feldman, Robert. Truth, Lies, and Self-Presentation: How Gender and Anticipated Future Interaction Relate to Deceptive Behavior. Journal of Applied Social Psychology. 34. 2602 – 2615.

https://web.archive.org/web/20150604142522/https://www.dailymail.co.uk/news/article-3110136/Women-tell-fibs-men-honestly-Four-five-say-tell-lie-daily-basis.html

https://web.archive.org/web/20100412130320/https://www.dailymail.co.uk/femail/article-1211104/Think-men-unfaithful-sex-A-study-shows-WOMEN-biggest-cheats–theyre-just-better-lying-it.html

Evrimsel psikolog David M. Buss, The Dangerous Passion kitabının yedinci bölümünde Batı’da ve Afrika’da yapılan çalışmalarda çocukların yaklaşık %10’unun babasını kadının gizlediğini bildiriyor. Yani bütün bir nüfusun %10’u, kadının aldattığını gizleyebilme ve bu konuda inandırıcı yalan söyleyebilme yetisinin yaşayan kanıtıdır.

Buna karşılık toplamda genel yalan söyleme yeteneğinde kadınla erkekten biri belirgin olarak öne çıkmamaktadır.

[5] Schmitt, D. P., T. K. Shackelford, et al. (2001). “The desire for sexual variety as a key to understanding basic human mating strategies.” Personal Relationships, Special Issue: Evolutionary approaches to relationships 8(4): 425–55. Sci-Hub sitesinden ücretsiz indirebilirsiniz.

1 Comment

  1. abc

    “Kadının cinselliği de böyledir. Sabah evden çıkmadan bir saat saçını yapar, giysi seçmesi dakikalarını alır. … ”

    “Kadınlar erkekler için süslenmez, kendileri için süslenir. Kendimi iyi hissetmek için bakım yapıyorum. ” Bu söylemlere alışmış bir zihin bahsettiğiniz bağlantıyı kuramaz.

    “Tarikat liderinin karılarından ve güçlü erkeğe kuma olmak için can atan kadınlardan yazarın haberi mi yok? Ayrıca mantık, her kadın tekeşli erkek arasaydı çokeşli erkeklerin kadın bulamayacağını söyler.”

    Mantık, matematik vb biliyorlar ama böyle durumlarda verecekleri yanıt bellidir. Olay geleneksel kültürün baskıcılığına, cahilliğine; kadının mecbur kalmasına, kandırılmasına bağlanır ve konu kapanır.

Leave a Reply

Doğrulama *Captcha loading...

Pin It on Pinterest