Modern uygarlığın çükü kesiktir. Kadınsı uygarlıktır… Nüfusun yarısı erkek ama hepimiz bir araya geldiğimizde pespembe, kapkadın bir kalabalık oluşturuyoruz. Modern toplum kadın toplumdur; “cinsiyeti” kadındır.
Çünkü modern uygarlık, erkeğe erkek olma izni vermez. Karısı sokak itlerinden korktuğu için kenar semtten merkez semte taşınmak isteğini, kocası kabul etmek zorunda kalır, “Ben seni korurum hayatım” diyemez. Çünkü modern hukuk, erkeğin kadınını koruma hakkını ve yetkisini elinden almıştır. Koşullar ne olursa olsun, sanki Tanrı’nın eliymiş gibi polis ve jandarmadan yardım beklemek dışındaki bütün savunma yollarını tıkamış olan toplum, kadındır. Evine giren hırsızı vurma yetkisi verilmez Türklere. Türk erkekleri, bir kadın gibi bağırarak komşuları çağırmak, kişilerden ve örgütlerden yardım beklemek dışında bir şey yapamaz. Ailesini korumak isteyen erkeğin “orantılı güç” uygulamasını bekleyen yargıç ve bu yasayı çıkaran milletvekili kadınsıdır; kavga nedir bilmez.
Modern erkek karısına dahi vuramaz ve erkekliğini kabul ettiremez. Kocasının bir erkek olmadığını bilinçaltı düzeyde anlayan kadın, ondan soğur. Gözlenen bir gerçektir bu; kocasından bir şefkat tokadı yiyen kadın ona daha çok bağlanır. Çünkü o tokat, gerek duyulduğu hallerde kocasının kaba kuvvet uygulayabilecek yetide olduğuna zihinsel ve bedensel olarak tanık olmasını ve biliçaltı düzeyde tatmin olmasını sağlamıştır. Bedensel üstünlüğünü kabul ettirmiş erkeğinin gerekli durumda kendisini tehlikeden koruyabileceğinin güvencesini almıştır. Bu temel içgüdüyü anlamayan erkekler, dünya güzeli kadınların niye “ayılarla” birlikte olduğunu anlamaya çalışır beyhude. Cinsel ilişkideki fiziksel erkek baskınlığının, hatta kendilerine ölçülü, sevecen şiddet uygulanmasını kadınların talep ettikleri bilinir.
Panik anında kadının eli ayağına dolaşır, ciğeri çığlıkla, gözü yaşla dolar. Aynı anda erkek, yükselen adrenalinine karşıtmış gibi görünen soğukkanlılıkla yapılması gerekeni yapma iradesi gösterebilir. Kas gücünü tehlikeyi atlatmak için kullanabilmek de buna dahildir. Bütün bu olgusal gerçekleri yok sayan, kaba kuvvete “şiddet” adı veren ve kategorik olarak kınayan modern toplum, erkeğe erkek olma izni vermeyerek erkeği ve kadını eşit olarak cezalandırır. İkisine de eşit olarak haksızlık eder. Çünkü erkeğin ve kadının farklı, eşit olmayan işlevleri, evrimsel süreçte birbirini tamamlamıştır. Erkeği kadın olmaya zorlamak da, kadını erkek olmaya zorlamak da, bütünü bozmak ve her ikisine birden kötülük etmek demektir.
Şiddetin kategorik olarak dışlanması ve aşağılanması, modern insanın kadın olduğunun bir kanıtıdır. Modern ideolojiye göre savaş, koşullar ne olursa olsun aşağılık bir iştir. Her şey masada, politikayla çözülmelidir. İşte bu kadın yöntemidir çünkü kadının zaten kaba kuvvete başvurarak haksızlıkları gidermek seçeneği yoktur. Kendisine bir haksızlık edildiğinde erkeklerden yardım istemek veya bağırmak, ağlamak gibi görsel ve işitsel uyaranlara başvurmak seçenekleri, modern yaşamda başvurulacak tek meşru yol olarak bırakılmıştır. Haksızlığa uğradığını düşünen toplulukların meydanlarda gösteriler yapmaları, merhamet dilenmeleri; çığlık atmanın ve “Komşular yetişin!” demenin analog karşılığıdır. Eylemciler yasa koyucudan, hükümetten ve şiddet tekelini elinde bulunduran adliyeden medet umarlar; ki erkekten yardım istemenin analog karşılığıdır. Lobiciler hükümeti ve yasamayı ikna ederek dilenirler; göz kırparak ve işaretler vererek yabancı bir erkekten fiziksel hizmet istemenin analog karşılığıdır.
Yumrukları ve güçlü iradesi olmadığı için Amerika’dan, İngiltere’den ve Rusya’dan yardım ve koruma isteyen etnik ve dinsel azınlıklar kadın toplumlardır. Kocasını, onu aldattığı sevgilisine dövdürmeye çalışan bir kadın gibi… Türk halkının arasında bir kesim, kavgada yenileceklerini düşündüğü için zamanın “erkekleri” olan İngiltere’den ve Amerika’dan yardım istemiş, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Derneği gibi örgütler kurmuştur.
Kadın toplum, kavga ederek hakkını almak yerine barışçıl yollarla merhamet dilenmek zorunda bırakılır. Sevr Antlaşması bugünün kadın toplumuna sunulsaydı savaşmayı sürdürmek isteyen bir askeri ve sivil kesim bulunmayacaktı büyük olasılıkla; nitekim bulunmayacaktır.
Erkekliği hadım edilen toplum her bahaneyle darbeyi kınarken seçim hilesine gıkını çıkarmaz. Oysa hile, haksız ama yalansız bir saldırıdan daha kötüdür. Darbe erkektir, hile kadın.
Kaba kuvvete başvurma yolları tıkalı olan kadın, erkekle baş edebilmek için yüzbinlerce yıllık evrim sürecinde ikna edicilik yeteneğini bilemiştir. Erkeğin buna gereksinimi daha az olduğu için ustaca yalan söyleyemez. Demokrasi, bir ikna etme rejimi olduğu için kadındır. Monarşi erkektir; sorumluluk almaya, danışarak veya doğrudan karar alıp uygulamaya dayalıdır. Demokrasi gösteri rejimidir, makyajlıdır. Politikacılar en iyi yalan söyleyebilenlerden çıkar ve tıpkı kadının erkekten daha iyi yalancı olduğunun bilindiği gibi, bu da herkesçe bilinir. Politikanın sahtekarlıkla neredeyse eş anlamlı algılanır duruma gelmesi, toplumdaki erkek öğelerin, erkekliğin silinmesinden ve kadın öğelerin ağır basmasındandır. Politikacı, cici giysileri ve baştan çıkarıcı işvesi ile toplumun erkek (ettirgen, üretken, dölleyici) öğelerini ikna edici tatlı dilli olmak zorundadır. Yoksa “iktidar” olamaz. Feminizme teslim olmamış bir parti, kadın toplumda asla iktidar olamayacaktır. Ta ki toplum “cinsiyet değiştirmeye” karar verme iradesini gösterene dek.
Modern toplumun konfor şımarıklığı kadınsıdır. Evlerde ve taşıtlarda sürekli artan bir talep gören konfor öğeleri, erkeğin kadınsılaşmasının bir göstergesidir. Otomatik vitesin “kadın işi” olduğu saptaması hanzoca veya cahilce değildir. Herhangi bir tüketici ürününde albenili tasarımın zorunluluğu kadınsıdır çünkü kadın süse düşkündür. Erkek zihin, işleve odaklanır. Buna rağmen erkeklerin cicili ürünlere daha fazla yönelmeleri, kadınsılaşmaları ile açıklanabilir. Takım elbise kadınsıdır. Tek işlevleri süs olan kravat, yaka gibi bileşenler barındırır. Oysa tarihsel erkek giyimine bakıldığında süs gibi görünen hemen her parçanın aslında pratik bir yararı olduğunu görmek kolaydır.
Modern toplumun ilkelleri “mağara adamı” diyerek, geleneği “gerilik” diyerek aşağılaması, kent nüfusunun artmasıyla paraleldir. Artan kent nüfusu demek, insanı sağ tutan eylemlerin toplumun yaşamında ve gözünde giderek küçülen bir öneme sahip olması demektir. İnsanı sağ tutan etkinlikler bedenseldir. Tarım ve madencilik başta gelir. Ardından bu etkinliklerin ara mallarını işleyen fabrikalar gelir; burada da bedensellik ön plandadır. Kent insan yapısıdır, kenti üreten şey işçi emeğidir. Üretilenleri taşıma işi denizcilik ve şoförlüktür; tehlikeli ve zor işlerdir. Bu üç temel etkinlik bedensel emekle ayakta durur. Demek ki eskiden olduğu gibi, modern insanı da sağ tutan etkinlikler öncelikle erkeğin emeğiyle sürdürülebilir. Ne var ki modern kentli, bu etkinlikler gözden ırak gerçekleştiği için bedensel emeği aşağılamıştır. Modern insan, kendisini sağ tutan şeyin para olduğunu sanmaktadır. Para ise giderek artan bir oranda düğmeye basarak veya ofiste kağıtlara bir şeyler yazarak gelir oldu. Yaşamsal olmayan ve çoğunlukla bu üç temel işlevin ardına parazit olarak eklenen hizmet sektörünün GSYH’lerdeki payının artması, insanı sağ tutan asıl etkinliklerin gözden düşüşünü hızlandırmıştır. Kentte bedensel emeğin ve yaşamın bedenselliğin her türünün aşağılanması, erkekleri kadınsılaştırmıştır. Erkeğin toplumdaki işlevini gözüyle görüp takdir edemeyen kadın ve erkek, feminist yani erkek düşmanı olur.
Eski yaşamda aileyi, oymağı veya köyü sağ tutan erkeği kas gücüydü. Modern yaşamda bir şey değişmiş değildir; yalnızca bu gözden ırak, kentten uzak gerçekleşir olduğu algılar körelmiştir. Modern kent insanı, fosil yakıtların getirdiği nimetlerle, konforla şımarmış ve fiziksel hoyratlıktan, kaba güç gereğinden kendini geçici olarak sıyırmıştır. Günümüz kentlerinde, özellikle de gelişmiş ülkelerin kentlerinde birbirine veya bir hayvana vuran, ağır işler yapan insanlara rastlamak zordur. İnşaat işçileri bile giderek daha az güç harcayarak çalışırlar. Fosil yakıtların sağladığı bu ortam, eski dünyada erkeklerin belirleyici işlevi olan fiziksel olarak zorlayıcı işleri yapma görevinin yer yer görünmez olmasına, yer yer ortadan kalkmasına neden oldu. Feminizmi ve kadının mağdurluğu efsanesini ortaya çıkaran koşullar, erkeğin gücünün ve emeğinin yaşamsallığına doğrudan tanık olunamayan işte bu koşullardır. Erkek, bedensel gücüyle kadınları sağ tuttuğunu, yaşamı sürdürdüğünü gösteremiyor artık. Çünkü onun yapacağı çoğu işi fosil yakıttan gelen enerji yapıyor; makineler aracılığıyla. Makinelerin çalışması için gereken bedensel emeği ise yine erkek harcıyor. Bu emeği harcayan erkeğin ter kokması, fosil yakıtla çalışan endüstriyel kentten kovulmuştur. Eskiden olağan, insancıl ve çalışmayı anımsattığı için kimi zaman olumlu çağrışımlar yapan ter kokusu, bugün osuruk gibi bedenselliğin utanç verici bir yönü olmuş, kınanmıştır. Akşama kadar klimalı ofiste klavye şakırdatan saçı yapılı kadın, şantiyede /fabrikada gerçek emek tüketmiş olan ve aynı trenle eve dönmekte olan inşaat işçisinin ter kokusunun kendisine yapılmış haksızlık olduğunu düşünür. Biraz sonra evinde bir takım düğmelere basarak akşamını geçirecek olan kadın, işçiye “Hayvan!” der içinden; “deodoranttan haberi yok”. Deodorant, endüstrinin icadıdır çünkü. Öbür her şey gibi fosil yakıtın ve erkek emeğinin ürünüdür. Erkeksi olan her şey gibi ter de gözden düşmüştür. Olumlu bir anlam yüklü olan “alın teri” deyimini modern Türkler türetmezlerdi kuşkusuz. Oysa erkeğin şefkatli tokadının kadın için değerli olması gibi, çalışmanın ve savaşmanın kokusu da çekicidir. Modern kadın da, kadınsılaşan modern erkek de insan doğasından uzaklaşmaktadır.
Kentli erkek, kendi gücüne bilinçaltı düzeyde tanık olamadığı için sakalını keserek kadınsılaşıyor. Kadın, yüksek topuklu giyerek erkeğe denk olduğunu, erk sahibi olduğunu bilinçaltı düzeyde kendisine kanıtlamaya çalışıyor. Erkeğe artık birkaç santim aşağıdan bakmıyor. Kol gücüne dayalı veya tehlikeli işlerin kentin dışına kalması, onda erkeğe denk olabileceği algısı yaratıyor. Barajların çalışması, suyun, elektriğin, doğalgazın ve petrolün akması için, yani yaşamın sürmesi için “düğmeye basma” işi, bedensel emeğe oranla daha görünür oluyor. Kadının da erkek kadar mühendis olabilmesi, barajları yaratan işçi emeğini, yani erkeğin bedensel işlevini kısmen perdeler ve kadınların da baraj yapabildikleri yanılsamasını ortaya çıkarır. Bu durum kadının, erkeğin yapabildiği her şeyi yapabildiği algısını yaratır. Konforlu binasında proje yapan kadın mimar, içinde çalıştığı veya tasarladığı binaları yapan erkek işçinin; bu iş sırasında kazaya uğrayan, hasta olan, ölen erkeğin; mobilyaları taşıyan erkeğin; ormancı erkeğin; demir madeninde çalışan erkeğin; binanın camlarını silen erkeğin; binanın elektriğinin üretildiği kömürü ve petrolü çıkaran, barajı inşa eden erkeğin; proje çizerken içtiği kahveyi üreten tarım kölesi erkeğin emeğini görmez. Sonra da der ki; “Ben erkeğin yapabildiği her şeyi yapabiliyorum. Üstüne bir de çocuk doğurabiliyorum.”
Doğal bir insan durumu olan vurmak, güç kullanmak modern yaşamda kategorik olarak aşağılanmıştır. Modern insan, fiziksel olmayan haksızlığın haksızlık olmadığına inanmaya başlamıştır. Bu çarpık bakış açısı feminizmi doğurduğu gibi hayvanseverliği ve anti-militarizmi de doğurur. Hepsi de insanı neyin sağ tuttuğu bilgisinin unutulmasının sonucudur. Kaba kuvvetin üniforma tekeline girmesi, kaba kuvvetin kötü olduğu koşullanmasını getirmiştir. Bir erkeğin karısına tokat atmasının, ana-babanın çocuğuna sevecen bir şaplak vurmasının, hastalık ve tehlike saçan sokak itinin kovalanmasının “adli vaka” olması toplumun kadın olduğunu gösterir. “Kadın haklarının” ve “hayvan haklarının” konuşulması ancak nasıl sağ kaldığını unutan kadın toplumda olanaklıdır. Tıpkı kocasının kendisini yaşatmak için neye katlandığı bilgisine sahip olmayan bir ev kadını gibi.
Erkekleri kadınsılaştırıp kadınları da egemenlik delisi yapan önemli şeylerden biri cinsel özgürlüktür, bozulan aile düzeni ve bozulan cinsiyet rolleridir. Aslında üçü de aynı şeydir. Modern zamanlarda erkekler erkek gibi, kadınlar kadın gibi yaşamayı bıraktılar. Homo Sapiens‘in başından beri, iki yüz bin yıldır erkekler erkek gibi, kadınlar da kadın gibi yaşamakta idi. Bu yoldan sapan toplumlar doğal seçilim gereği yok olup gittiler. Yok oldukları için biz babalarımızı, atalarımızı geleneksel cinsiyet rolleri dışında görmedik. Biz modern insanlar, doğru yaşayan bir silsilenin son halkasıyız. Yanlış yaşamaya başlayan her toplum gibi, Homo Sapiens soyunun modern insan kolu yok olacaktır. Doğal seçilim arızalı kuşakları ayıklayarak yoluna devam edecektir.
Kadının özgürleşmesi, kadının ahlaksızlaşmasından başka bir şey değildir. Aydınlanmacı mitolojide “insanın özgürleşmesi” ne ise, feminist mitolojide “kadının özgürleşmesi” odur. İkisi de ahlak bağlarından “kurtulmayı” anlatır. Ve fakat bunun suçu yalnızca kadının omzunda değildir. Çünkü kadını ahlaksızlaştırma çabasına katılan erkek de aynı oranda ahlaksızdır. Feminizm erkek nefretidir ve feminist erkekler de feminist kadınlar gibi erkeklerden nefret ederler. Bunun farkında olmayışları bu gerçeği değiştirmez. Toplumda olan biten her şeyden kadın da, erkek de sorumludur. Zaten bu yüzden feminizmin “kadınlar binlerce yıldır eziliyor” söylemi akla sığmaz. İnsanların yarısı, kendilerine yönelmiş bir haksızlığın kuşaklar boyu sürmesine izin vermez. Vermişse zaten kendi de eşit oranda suçlu olmalıdır. Kadınların asırlardır ezildiği iddiası, modern insanın eski yaşam biçimine olan tiksintisinden kaynaklanır. Modern insanın kibri, yer ve zaman düzleminde kendine benzemeyen her yaşam biçiminden tiksinmesine ve onları yok etmeye çalışmasına neden olur. Batılı yaşam biçimini benimsemeyen çağdaşlarından da tiksinir, kendine benzemeyen atalarından da.
Eski yaşamın hor görülmesi ve eski insanların “barbar, ilkel, cahil, Ortaçağ” benzeri ritüel terimlerle aşağılanması kadınsıdır. Çünkü aslında aşağılanan şey eski insanın bedenselliği ön planda olan, göründüğü gibi olan düz, dolambaçsız, işlevsel, basit, samimi yaşamıdır. Mahalle baskısı aşağılanır. Oysa bu, ahlakın korunması için yapılması zorunlu olan hafif bir tür yaptırımdır. Mahallenin evli erkeklerini bile ayartmaya çalışan bir yosmanın mahalleden veya apartmandan atılması, modern ağızlarca mahalle baskısı gibi sevimsiz gösterilmeye çalışılan nitelemelerle aşağılanır; geri kafalılık olduğu aşılanır. Yani modern toplumun iyi komşuluk ilişkileriyle ve erkle, erkekçe yaptırımla ahlakını koruma hakkı bulunmaz. Feminizmin “fahişelerin de diğer kadınlar kadar onurlu olduğu” söylemi, onları “seks işçisi” benzeri yüceltici, onurlandırıcı adlarla anması bu bağlamda yerine cuk oturur. Çünkü ancak kadınlaşmış toplumlar yuva yıkan fahişelere saygı duyar. Tıpkı bir politikacı gibi fiziksel gücü olmayan ama işveli sesi, gerçekleştiremeyecek bile olsa heves uyandıran önemsiz vaatleri ve gösterişli görüntüsüyle; işinde gücünde olan, üretmeye ve yaşatmaya çalışan erkeklerin aklını çeler, kendi cebini doldurmak için onları günaha ve ihanete çağırır.
Mahalle baskısı gibi linç de aslında eski toplumun ahlaksızları cezalandırmak için başvurduğu meşru dayak veya idam cezasının kalıntısıdır. Linçin asla iyi ve meşru olamayacağı varsayımı, eski gelenek düzenini aşağılık görmenin devamıdır. Tarihte benzeri bulunmayan modern bir özne olan basın, töreyi de yalnızca olumsuz örneklerle birlikte anarak geleneksel yaşamı, eski yaşamı aşağılar. Töre ahlak demektir. Aslında aşağılanan yalnızca ve yalnızca ahlaktır, başka şey değil. Modern toplum ahlak kurallarından “özgür” olmak isteyen bir fahişe gibi davranır neredeyse. Erkeğinden erkeklik görmeyen bir kadının “Sen bana karışamazsın, istediğimi giyerim” demesi gibi, her türlü ahlaki doğrudan kurtulmaya çalışır ama kendini gittikçe ağırlaşan sorunların içinde bulur. Fahişe gibi gezen kadının kendini zevk nesnesi gibi görmeyen tek bir erkek bulamaması gibi… Gösterip vermemek, erkeğe egemen olmaya çalışan hastalıklı modern kadının saplantısıdır. Gözüne hırs perdesi indiği için bunun kendisine de zarar verdiğini göremez.
Toplumu bütün gücüyle ahlaksızlığa çağıran, erkek öğeleri baskılayarak daha kadınsı ve daha kadınsı olmasına çalışan, erkeklere kadın giysileri ve rolleri, kadınlara erkek giysileri ve rolleri içinde gösterip övgüye boğan basın, kocasını denetimi altında tutmak için günde on altı saat dırdır eden bir kadına benzer. Dırdırcı kadının erkeği konuştuğu zaman onu dinlemeyişi, kocasının gereksinimlerini dikkate almayışı, basının okuyucuya kulağını tıkaması olarak tezahür eder. Tek taraflıdır. Dırdırcı bir kadın gibi basın asla tatmin olmayacaktır; kendisini dinlediği ve doyurduğu için okuyucuya asla minnet duymayacaktır. İngiliz ve Fransız halklarını bitmek bilmez kışkırtmalarıyla Almanya’ya saldırtarak II. Dünya Savaşı’nı başlattırması ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi dırdırına ve kışkırtmalarına devam etmesi gibi, toplumun ölümüne neden olana dek susmayacaktır. Kadın toplum, erkek de olmaya karar vereceği güne dek basının getirdiği ölüme teslim olacaktır.
Modern toplumun cinsiyeti kadındır. Erkeklerin öncelikli koruyucu ve üretici işlevi nedeniyle toplumdaki ve ailedeki meşru baskınlığını “erkek egemen” olarak aşağılayan modern toplum, kadını egemen yapmıştır. Kadın, egemen olmak üzere evrilmediği /yaratılmadığı için, darbeyle veya hileyle iktidara gelen bir kralın ahlaken çökmesi gibi, bu gayrimeşru egemenlik kendisini bozmuştur. Bozmaktadır, daha da bozacaktır. Bir çocuğun eline alıp onunla ne yapacağını bilemediği bıçak misali, egemenlikle ne yapacağını bilememekte, kendisini yaralamakta ve durmadan daha fazlasını istemektedir. Modern toplumun ilerleme mitolojisine ne kadar da benzemektedir: Daima ileri! Ölçü yok, denge yok. Adalet mi, o da ne? Ulaşılacak bir nokta, bir mutluluk ideali yok. Ölümüne yiyen bir obez gibi, doymaksızın devam… Kendini rezil bir fahişe yapıp tecavüz yaraları, morluklar, çürükler, içki, sigara ve uyuşturucu bağımlısı boyalı dudaklarıyla sefalet içinde ölmektir modern toplumun kaderi. Tek umudu, kendi bedeninden çıkmış ve onu emmiş olmasına rağmen ondan tiksinen oğludur.
SRRSR AA
Diğer siteleriniz de dahil olmak üzere yazılarınızın tamamına yakınını okudum. Pek çoğunu da gerekirse savunurum. Ama bu yazı… Hayal kırıklığı oldu. Doğru yok mu içerisinde? Tabii ki var, hem de çok fazla var ancak bu yazıdaki sıkıntılar temiz suya katılan az miktarda zehrin tüm suyu kullanılamaz hale getirmesine benziyor. İnceleyelim:
“Modern toplum kadın toplumdur; “cinsiyeti” kadındır.” Toplumun cinsiyeti olmaz. Bu şekilde anlatınca kavramlar gereksiz bir bulamaç haline geliyor. Ağır bir bedel ödemek zorunda kalırsınız. Aşağıda açıkladım.
“Ta ki toplum “cinsiyet değiştirmeye” karar verme iradesini gösterene dek.” Toplumun cinsiyeti yok, cinsiyet değiştiremez. Burada cinsiyet değiştirme ameliyatından bahsetmiyorsunuz, farkındayım ancak mecaz dahi olsa bu şekilde anlatmayın.
“Modern erkek karısına dahi vuramaz ve erkekliğini kabul ettiremez.” Hatalı bir erkeklik tanımı sezdim.
“… kocasından bir şefkat tokadı yiyen kadın ona daha çok bağlanır.” Şefkat tokadını açıklamanız gerekiyor. Tokat rencide edici bir davranıştır. Karşıdaki insan bir hata yapmıştır, tokat atarsın; rencide edersin. Karı koca en ufak anlaşmazlığa düştüğünde taraflardan biri tokat atmayı deneyecekse (kadın erkek fark etmez) evlilik yok olur. Tokat atmak kolay bir eylem ancak sorun çözmek de bir o kadar zor. Çiftler sorun çözmeyi denemek yerine hemen tokat atmayı yani rencide etmeyi deneyecekse, bayağı olanı seçecekse, öyle evliliğe lanet olsun.
Tokat rencide etmek için atılır, demiştim. Canlandıralım: Bir kadın ağır bir hata yapıyor ve erkek tokat atıyor. Haklı olamaz mı? Olabilir. Şimdi diğer taraftan düşünelim (cinsiyetlerin yerlerini değiştiriyoruz, sizin önerdiğiniz yöntem): Erkek tüm parasını kumarda yiyor ve eve gelip karısına düştüğü durumu anlatıyor, kadın da tokat atıyor. Kadın haklı olamaz mı? Olabilir. “Aile reisliği” görevinden, sorumluluğundan (yükümlülüğünden, borcundan, dininden) bahsediyorsunuz. Erkek, bu göreve ihanet ediyor ve kadın tokat atıyor. Kadın erkeğe ihaneti için tokat atıyor. Kimileri de sırf erkek olduğu için tokat yediğini sanıyor. Erkek ya da baba, aile reisliği görevine ihanet etmesine rağmen düzgün bir erkek ya da düzgün bir baba olduğunu iddia ediyor! Oysaki günümüz babalarının ve yakın atalarımızın şöyle bir sözü var: Ben çoluğumun çocuğumun rızkını kumarda yiyemem. Bu cümle, aile reisliği görevine dikkat edenlerin sözüdür.
“…kadının zaten kaba kuvvete başvurarak haksızlıkları gidermek seçeneği yoktur.” Hımmm… Burada bir sorun var ama çözemedim. Göz ardı ediyorum.
“Demokrasi, bir ikna etme rejimi olduğu için kadındır. Monarşi erkektir; sorumluluk almaya, danışarak veya doğrudan karar alıp uygulamaya dayalıdır.” Bu, bu şekilde anlatılmamalı. Hani Tanrı kelimesi yerine gerçek kelimesi yazıyordunuz ya, işte bunun bir benzerini yapalım:
“Demokrasi, bir ikna etme rejimi olduğu için KÖTÜDÜR. Monarşi İYİDİR; sorumluluk almaya, danışarak veya doğrudan karar alıp uygulamaya dayalıdır.” Ne çıkar buradan? Kadın=kötü ve erkek=iyi. Ben bunu kastetmediğinizi biliyorum. Şiddet mutlak iyi veya kötü olmadığı gibi kadın ve erkek de mutlak iyi ya da kötü değildir. Buradaki sorun şu: Ben sizi anlıyorum ama istediğinizi anlatmanın çok daha iyi yöntemleri var. Ayrıca basit okur yukarıda yaptığım eşitleme hatasına düşecektir. Saçma sapan Wattpad hikayeleri yazan bayağı bir adam değilsiniz, çok daha iyi bir anlatım bulabilirsiniz.
“… toplum; kadındır, kadınsıdır, modern insanın kadın olduğunun kanıtıdır, kadın toplumlarıdır, toplumun kadın olduğunu gösterir, kadın toplumda olanaklıdır. ” Üstteki paragrafta eşitleme ve yer değiştirme yapmıştık. Bir daha yapalım. “… toplum; KÖTÜDÜR, KÖTÜCÜLDÜR, modern insanın KÖTÜ olduğunun kanıtıdır, KÖTÜLÜK toplumlarıdır, toplumun KÖTÜ olduğunu gösterir, KÖTÜ toplumda olanaklıdır.” İşte hatalı eşitlemenin ağır sonucu… Tekrar ediyorum, uyarıyorum; yazıyı okuyacak pek çok sıradan insan bu duruma düşebilir.
“Modern toplumun konfor şımarıklığı kadınsıdır. Evlerde ve taşıtlarda sürekli artan bir talep gören konfor öğeleri, erkeğin kadınsılaşmasının bir göstergesidir.” Konfor şımarıklığı denilen şeye, kadınsı ya da erkeksi demek hiçbir işe yaramaz. Ayrıca bu metinden “Hakiki erkek asla konfor istemez, konfor daima kadın işidir” düşüncesi sızıyor gibi. Erkek de konfor ister, kadın da (kimin ne kadar yatkın olduğu apayrı bir konu). Cinsiyetler birbirinden bağımsız iki şey değildir. Birbirleriyle asla kesişmeyen, ortak eleman bulundurmayan iki ayrı küme değildirler (ya da eşitlikçilerin dediği gibi hem erkek hem de kadın adlarına sahip tek bir küme değildir). Ortak elemanları da vardır, ortak olmayan elemanları da vardır.
“Otomatik vitesin “kadın işi” olduğu saptaması hanzoca veya cahilce değildir.” Otomatik vitesin kadın işi olduğu, erkeklerin otomatik vitesle işi olmayacağı düşüncesi cahilcedir. Otomatik vites araba sürerken debriyaj kullanma ve vites atma işinden kurtarır. Araba sürerken yapılan eylem sayısını azalttığından yola odaklanmayı arttırabilir. İnsan aynı anda pek çok işi yapmada (multitasking) pek de becerikli değildir. A noktasından B noktasına gitmek amacıyla kullanılan arabanın otomatik vites olması iyi bir şeydir. İşi basitleştirir. Ancak yarış otomobili kullanmak isteyen, zevk amaçlı araba sürecek birinin düz vites tercihi gayet mantıklıdır çünkü vitesi aniden düşürerek motoru bağırtacak ve bundan zevk alacaktır. Gündelik kullanımda ise bu yapılmaz. Eğer sorununuz erkeklerin basitliğe ya da “konfor”a yönelmesi ise, bir an önce internet kullanmayı bırakıp basılı eserlere dönmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. 🙂
“Erkek zihin, işleve odaklanır.” Doğru ama bu “İşlev, her şeydir; süsün hiçbir önemi yoktur.” anlamına gelmemeli. Cinsiyetler asla kesişmeyen iki ayrı küme değildir, kadın=süs ve erkek=işlev tanımlamaları yanlış ve eksiktir. “Kadın süse önem vermeye, erkek ise işleve önem vermeye daha yatkındır.” cümlesi daha doğru olacaktır.
“Takım elbise kadınsıdır. Tek işlevleri süs olan kravat, yaka gibi bileşenler barındırır.” Yapma adamım, bu dediğinin aşırı olduğunu biliyorsun. 🙂 Bunu diyen erkek ömrü boyunca saçına bir kere bile tarak sürmemiş, kıyafet alırken asla renk ve desen gözetmemiş, dışarı çıkarken asla aynaya bakmamış, telefonunun veya bilgisayarının duvar kağıdını asla değişmemiş, gözlükçüde gördüğü ilk gözlüğü alıp gitmiş ve şekline asla önem vermemiş bir budaladır ya da dili sürçmüştür. Olur öyle şeyler. 🙂
“Akşama kadar klimalı ofiste klavye şakırdatan saçı yapılı kadın, şantiyede/fabrikada gerçek emek tüketmiş olan ve aynı trenle eve dönmekte olan inşaat işçisinin ter kokusunun kendisine yapılmış haksızlık olduğunu düşünür.” Tarlada çalışmış bir insanım. Bazen kısa sürede tarladan çıkıp büyük bir kalabalığa girmemiz gerekirdi. Eğer yeterince vakit varsa herkes yıkanır ve kıyafetlerini değişir; yıkanamıyorsa da sadece kıyafetlerini değişir, üstüne başına hızlıca çekidüzen verir ve o şekilde kalabalığa girerdik. İnşaat işçisi kıyafetlerini değişip bu suçlamayı kolayca savabilirdi ama yapmadı. Bunu yapmayarak da haksızlık etti. “Alın teri” ise farklı bir mesele. Bir tarlanın ya da inşaat alanının yanından geçen düzgün insanlar, alnı terlemiş insanlara “böcek” muamelesi yapmaz. Onların ekmek peşinde olduğunu bilirler, selam (ya da esenlik, nasıl diyorsanız) verip geçerler. Gördükleri alın terleri kendilerini rahatsız etmez (beni rahatsız etmiyor).
“Oysa erkeğin şefkatli tokadının kadın için değerli olması gibi, çalışmanın ve savaşmanın kokusu da çekicidir.” Şefkatli tokadı tanımlamanız gerekiyor. Neyden bahsettiğinizi anlamadığım için yorumdan kaçındım.
“Kadın toplum, ERKEK DE olmaya karar vereceği güne dek basının getirdiği ölüme teslim olacaktır.” Bu cümle size yapmayı düşündüğüm art niyet suçlamasını düşürdü (Başkaları gibi metinden iki cümle okuyup hemen saldırmaya kalkışmadığım için mutluyum.). Ayrıca bu yazıyı yazmama sebep oldu. Yine de topluma erkek, kadın ya da erkek-kadın gibi cinsiyetler atamak yerine farklı bir anlatım seçseydiniz çok daha iyi olurdu.
Bu yazı düşmanlık etmek için yazılmamıştır. Bu yazıyı her cümlenizin üzerinde durarak, düşünerek yazdım. Bazı hatalarınız olduğunu gördüm ve düzeltmek istiyorum. Hep siz mi başkalarını düzelteceksiniz? 🙂
Not: Erkek şöyledir, kadın böyledir gibi kullanımlar yerine “Erkek şuna daha yatkındır, kadın buna daha yatkındır.” gibi söylemleri çok daha doğru buluyorum.
feminizmnedir
Feministler toplumun “erkek egemen” olduğunu öne sürerken ona cinsiyet yakıştırıyorlar. Kültürün erkek eliyle, erkek için biçimlendirildiğini öne sürüyorlar. Ben de diyorum ki tam tersidir. Hiç bir uygar toplum bu derece kadın egemenliğine girmemiştir.
Rencide etmek caydırıcı işlevlerden birisidir. Zaten sıkıntı egemen feminist söylemin yaralamak için vurmayla rencide etmek ve uyarmak amaçlı vurmayı ayırmamasıdır. Birincisi suçtur. İkincisi kültüre göre değişmekle birlikte doğru davranışı sağlama yollarından biridir. “En ufak anlaşmazlıkta” tokat atılması aşırılıktır. Bunu savunmak akıl işi değildir elbette. Zaten savunmuyorum. Ama tokat atıldığında bunu tartışmak ve eşlerin nasıl sorunu çözebileceklerine kafa yormak yerine bunu feci bir suçmuş gibi gösterip, hele kadınlar erkeklerden daha çok zorbalığa maruzmuş gibi göstermek toplumun ayarını ve ahlakını bozuyor. Yani eşlerin arasında çözülebilecek olan sorunu evliliğin sonu haline getirmek yapmak değil yıkmaktır. Bu aynı zamanda kadınlara iftira atmaları için verilmiş açık bir çektir.
Şefkatli tokat erkeğin koruyucu potansiyelinin olduğu sinyalini bilinç veya bilinçaltı düzeyde verir. Bunu “tokatlasınlar diyor” diye yorumlarsanız haksızlık olur tabi. Yüzü façalı erkek de çekicidir diye jileti alıp kendinizi yaralayın diyecek değiliz. Ben işin doğasından söz ediyorum. Bunu keşfeden ben değilim. Psikoloji dergilerini karıştırırsanız bir yığın destekleyici bulgu var.
“Asla” ve “daima” sözcüklerini cinsiyetlerin nitelikleri için kullanmıyorum. Cinsiyetlerle, ırklarla, uluslarla ilgili bütün genellemeler görelidir. Bunu ayrıca belirtmeye gerek olduğunu düşünmüyorum.
Kağıda, hatta kile ve taşa basılı eserlere zorunlu olarak döneceğiz zaten ve o zaman feminizm tamamen yok olacak. Onu anlatmaya çalışıyoruz, feminizm konforla şımarmış endüstri toplumuna özgüdür ve gidicidir diye. Ama onunla birlikte toplum da gitmesin tarihin çöplüğüne.
Anlatım konusundaki eleştirilerinizde haklısınız. Uzatmamak için kısa ifadeler kullanmaya çalışıyorum. Uzun olunca kimse okumuyor. Kısalttıkça isabet azalıyor elbette. Kısa ve doğru yazmak bir yetenek.
Eleştiriniz için teşekkür ederim. Bizden kitap hediyesi kazandınız.
Arda Han
Öyleyse biraz daha uzun yazmalısınız. Anlatmak istediğinizi daha iyi anlatırsınız. Kaliteli olan okuyucu zaten uzun olanı da okur. Ayrıca yanlış anlatınca da okur kaybedebileceğinizi unutmayın.
feminizmnedir
İşte erkekler bu yüzden aptallaşıyorlar. Erkeklerin işi gücü var. Araştıracak, yazacak vakitleri yok. Ben şu anda kitap yazmakla meşgulüm ve bloglara zor yetişiyorum. Arada arkadaşlar yazıyorlar ama onlar da güçlükle zaman buluyorlar. Feminist eylemci kadınların ise yapacak bir işleri yok, ömürlerini bu işlere adıyorlar. Birileri onları besliyor, zamanlarını geçime ve başka işlere harcamasınlar diye. Yayıncılar, üniversiteler, hükümetler bunları besliyorlar. Bakın yine basın-üniversite-hükümet şeytan üçgenine geldik. Bunların çoğunun çocuğu yok, varsa da bakıcıya veriyor, vermiyorsa da ev kadınlığı eskisi gibi zaman alıcı bir iş değil. Erkekler “kadın sorunları” hakkında yetkin bir şeyler söylediklerinde “kadınlarla uğraşmayın, işinize bakın” deme cüreti işte bundan kaynaklanıyor. Cinsiyet meseleleriyle ilgilenmeye erkeklerin vakti yok, olanların sayısı az. Feminist kadınların ise işi gücü yok, onlar erkekler hakkında diledikleri kadar gürültü yapabiliyorlar. Sosyal medyayı, blogları, üniversiteleri, gazeteleri işgal edecek kadar vakitleri var. Laf üretmekten başka bir içeriği olmayan ne kadar meslek varsa kadınların orada ağırlığı var. Psikolojik danışmanlık, emlakçılık, diyetisyenlik, köşe yazarlığı vb. kişinin oturduğu yerden rahat para kazanabildiği ve risk ve sorumluluk almadığı “bir masa bir kasa” işlere bakın, görürsünüz.
Bütün bunlar olurken erkekler onların kanallarını temizlemeye, oturacakları binaları, kullanacakları makineleri inşa etmeye, yiyeceklerini üretmeye, kullanacakları madenleri, tüketecekleri yakıtı çıkarmaya devam ediyorlar. Evlendikleri kadınların da eli boş feministlerin etkisinde kalmalarına izin veriyorlar. Cellatları olan bir sisteme hizmet etmeyi sürdürüyorlar. İki cins de bindiği dalı kesiyor. Birinin çalıştığı için zamanı yok, öbürünün işi gücü olmadığı için çeneden başka uğraşı yok. Boş söz, gerçekliğe egemen oluyor. Böyle bir uygarlık çökmesin de ne yapsın.
a
kitabı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Arda Han
Haklısınız. Ayrıntıları kaçırmışım. Yoksa mesele erkeklerin kadınlar kadar laf yapabileceği yanılgısı değil.