Genel

Bergen ve İkiyüzlü Feminist Ahlak

Tüm ameliyatlar tekrar sağlığa kavuşturmak için yapılır. Ancak ameliyatlar izlemesi rahatsızlık veren görüntülerdir. Kişi eğer ameliyat yapmakla görevli cerrah, hemşire vb. değilse izlerken baygınlık bile geçirebilir. Ameliyatın ne olduğunu bilmeyen birisi, mesela bir çocuk, ameliyat olan babasını izlese, doktoru “babasını kesen bir cani” olarak görebilir. Cerrah kimin ne dediğine bakmaksızın hastayı sağlığına kavuşturmak için (bilmeyenlere göre) o rahatsız edici şeyleri yapmak durumundadır.

Bu yazı bir ameliyat niteliğinde. “Doğru” düşünmeye çalışmayı alışkanlık edinmemiş kimseler için yanlış yorumlar yapılmaya müsait bir yazı. Çünkü deşmek, irdelemek, eleştirel düşünmek; doğruyu ve eğriyi ortaya çıkarabilmek için, habis uru sağlıklı olandan ayırabilmek için neşterlemek gerek. “Sorgula, düşün, eleştir; koyun olma” herkesin beğendiği sözlerdir ama ilginçtir ki pek az insan bunu yapmayı göze alır. Bu yazı sorgulamak, hastalıklı olan yeri tespit etmek ve söküp atmak niyetinde bir yazı. Ancak bazı okuyucuların bu ve benzeri yazıları “kadına şiddeti aklayan bir yazı”, “katili savunuyor gördünüz mü” gibi yorumlar yaparak okuması kaçınılmaz. Çünkü ameliyat nedir bilmeyen cahiller, cerrahları kasap sanır: “Gördünüz mü aşı karşıtı, gördünüz mü düz dünyacı, gördünüz mü homofobik, gördünüz mü hükümet düşmanı, gördünüz mü terör yanlısı…”

Bu yazıda karısını önce kezzaplayarak tek gözünü kör eden boşandıktan sonra da kurşunlayarak öldüren bir adamdan bahsedeceğiz. Siz de biliyorsunuzdur, medyadan okuduğumuz şekliyle, 80’li yıllarda Bergen takma adlı şarkıcı, kendisini dövdüğü, üzerinde büyük baskı kurduğu iddia edilen kıskanç kocası tarafından şarkıcılığı sürdürdüğü için önce kezzapla yaralanıyor, bir süre sonra yine kocası tarafından öldürülüyor. Bergen’in hayatını konu alan bir film 4 Mart’ta vizyona girecek. “Bergen” filmiyle ilgili şöyle bir habere rastlıyoruz:

Bergen’i öldüren kocası Bergen Filmi için konuştu!

Halis Serbest, film konusunda kesin ve net tavrını ortaya koyarken Ayça Öztorun’a çarpıcı açıklamalar yaptı. “Gerek medyada gerek sosyal ağlarda hakkımızda birçok şey yazıldı” diyen Serbest “Bu zamana kadar evliliğim ve çirkin sonucun sebebini niyesini detayıyla kimseye konuşmamaya özen gösterdim. Zaten karşılıklı acılar çektik.” ifadelerini kullandı.

Serbest, yaşananlarla alakalı “Daha fazla konuşulmasını hiçbir zaman istemedim. Kimse bilmez evin içinde neler meydana geldiğini. Kimse bilemez kapalı kapılar ardında psikolojik şiddetin en alasını kimin görüp kimin görmediğini!” diyerek konuştu. Filmi yapanlara tavsiyede bulunan Serbest “Bu sebeple filmcilere şu tavsiyede bulunuyorum; yalan yanlış bilgilerle ve ajitasyonla süsleyeceğiniz filmden vazgeçin. Siz kimden icazet aldınız? Kime sordunuz? Rahmetli Belgin, Bergen olmazdan evvel neredeydiniz filmciler?” şeklinde konuştu. Sözlerini sürdüren Serbest “Bergen’in bir küçük kız yeğeni vardı onunla mı sözleşme yaptınız? Evliyken kardeşlerinin kalbini mi kırmışım? Evimin içinde neler yaşadığımızı biliyorlar mı? Burada ben bu olayları bizzat yaşamış bir insanken kafanıza göre bütün Türkiye’ye beni nasıl lanse etmeyi düşünüyorsunuz?” ifadelerini kullandı.

Kaynak 1: https://www.haber.com/bergeni-olduren-kocasi-bergen-filmi-icin-konustu-552518/  Arşiv: https://archive.is/qgGjv

Kaynak 2: https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/halis-serbestin-itirazina-karsi-bergen-filminin-yapimcisindan-aciklama,ATyeC_6ZBkmZv41Igbyzzw/2iSzsMzKy06UhATDzYUAeA  Arşiv: https://archive.fo/3QhNF

Merak ettik ve adamla yapılmış bir röportaj bulduk. Kocasının röportajdaki ifadelerine göre bu adam kabadayı ve geniş çevresi olan bir kişi, bunu reddetmiyor. Adamla evlenmeyi Bergen istiyor, hatta evlilik teklifini Bergen yapıyor. Adam kesinlikle “sahnelere çıkmayacaksın” diye bir kesin bir koşul koyuyor (o sıralar Bergen ünlü değil). Bergen de bunu kabul ediyor, yani aralarındaki “evlilik sözleşmesi” zımni de olsa “kesinlikle sahnelere çıkmama” şartı içeriyor. Evleniyorlar. Adana’ya yerleşiyorlar.

(Röportajda adam o zamanın medyasında çıkan sahte evlilik iddialarını yalanlıyor). Hatta “eğer anlaşmamızı bozarsan başka şeyler olur ona göre benimle evlen” diyerek aba altından sopasını da gösteriyor. Adam bu konuda çok net ve katı!

Adana’ya yerleşen çift mutlu mesut yaşarken, Bergen’in annesinin ciddi kışkırtmalarıyla Bergen’de sahnelere çıkmak isteği tekrar canlanıyor. Belli ki mutsuz olan, belli ki verdiği sözden pişman olan Bergen sürekli alkol alıyor. Evden kaçarak tekrar sahnelere dönen Bergen’e kocası “o halde boşanalım, bana hemen vekalet ver, sonra ne yaparsan yap” diyor. Bergen annesinin de kışkırtmasıyla bunu kabul etmiyor, boşanmıyor. Beğenir veya beğenmezsiniz, adam için “sarhoş doyuran bir şarkıcının kocası” olmak ölümle eş değer.  Bu sürecin sonunda koşulları ihlal edilen adam sonunda kezzap olayını azmettirici olarak gerçekleştiriyor. Bir süre hapis yatan adam bu arada boşanma girişimlerinde bulunuyor fakat mahkeme onları bir türlü boşamıyor. Bu süreçte Bergen adama “sen haklısın” deyip hatasını kabul ediyor. Sonunda adam içeriden çıktıktan sonra boşanıyorlar.

 

Boşandıktan sonra adamın iddiasına göre Bergen terk edilmeyi hazmedemeyip sürekli olarak (annesinin de kışkırtmasıyla) adamı tahrik ediyor. En yakınları ile onu aldattığını bile dile getiriyor. Adam en sonunda kışkırtıcısı olarak nitelediği annesini ve Bergen’i kurşunluyor, Bergen ölüyor. Annesi ağır yaralı kurtuluyor.

Röportaj:  https://www.youtube.com/watch?v=R-o9o4_tpQM&t=1052s

Bu röportajı dinlemek bize ne kattı? “Adamın da haklılık payı varmış” mı diyeceğiz? Hayır. “Adamın dediklerine bakılırsa haklı sebebi varmış” diyeceğimizi size kodlayan feminist aşılamadır. Yoksa tam bu noktada herkes gibi “yeter artık sözün bittiği yerdeyiz”, “kadına şiddete artık dur deyin”, “ne konuşturuyorsunuz bu cani adamı” gibi sözler mi söyleyeceğiz? Elbette söylemeyeceğiz. Çünkü göstermek istediğimiz; konu aslında “kadına şiddet” değil; hiç olmadı.

Bir insanın canına kıymak meşru bir savunma veya cezalandırma ehliyeti yok ise haklı gösterilemez. İşleyen bir adalet sistemi suçluya cezasını verir. “Suç”un varlığından beslenerek fazladan bir ceza kesmek, bir yandan da bundan çıkar sağlamak bozguncuların işidir. Feminist zihniyet yıllar boyu kavramları bilinçaltımıza öylesine ince ince işlemiştir ki, artık ne dediğinizi tam anlatabilmek için konuya geçemeden kırk cümle kurmanız gerekir. “Ben onu kastetmedim” diyerek kendinizi zor durumuna düşürmeniz gerekir. Hatta “ben onu kastetmedim” demeye o kadar alışırsınız ki bakmışsınız günün birinde siz de bir feminist olmuşsunuz haberiniz olmadan.

Röportaj vesilesiyle sizi düşünmeye çağırdığımız konu şu:

Sanatçı Bergen’in neler yaşadığını bilmiyoruz. Bergen için yazılanların doğru mu yanlış mı olduğunu bilmiyoruz. Kocasının anlattıkları da doğru mu bilmiyoruz. Dört duvar arasındaki hayatlarının detaylarını, psikolojik ayrıntılarını nesnel bir gözle bilemeyiz. Bilmek durumunda da değiliz. Ortada adli bir vaka var. Cezayı adalet kesmeli, ağırlaştırıcı nedenler mi var, hafifletici nedenler mi var adliye karar vermeli. Birileri devreye girip bu tip vakalardan üstelik kesin bilgi olmaksızın toplumun her alanını etkileyecek yönlendirmeler yapmamalı. Bu adli vakayı “kadına şiddet”in +1 hanesine yazdırmamalıyız.

“Eve geç gelen kocayı kapının arkasında oklavayla bekleyen kadın” karikatürlerini hepimiz biliriz. “Eve geç gelen kadını sopayla bekleyen adam” karikatürünü düşünmek bile büyük bir suçtur. Yani bize, bu kuşağa öyle aşılanmıştır. Sopayla bekleyen kadın da olsa erkek de olsa, iş adli bir vakaya dönüştüyse, bu adli bir vakadır ve bunu adalet çözmelidir. Başka bir isimlendirme yapmak, zihinleri yönlendirmek bozgunculuk çıkarmaktır.

Filme konu olan öykü feministler için bulunmaz malzeme. Filmini yapmaya değer. Zaten yıllardır yapmak isteyenler vardı. Bugün ortam bu filmin yeterince ilgi çekeceği ve iyi gelir elde edeceği kadar sıcak ve nemli, yani erkek düşmanı oldu.

Film bu yazının yazıldığı tarihte henüz gösterime girmedi, ancak fragmandan sezdiğimize göre benzer bir söylemle yorumlanacak. Film çoktan “kadına şiddet” propaganda içeriğinde anılmaya başlandı çünkü. Çünkü feminizm bunu sürekli olarak, bilinçli olarak yapar. Bir patron kameralar önünde birisi kadın birisi erkek iki işçisine aynı anda tokat atar, feministler “kadına şiddet dursun” sloganları atarlar, aynı tokadı yiyen erkek adeta yoktur, insan bile değildir.

Bunlar bizim cımbızla seçtiğimiz örnekler değil. Hemen her gün yaşanan kanlı canlı örnekler. Çünkü feminizm, düşünme biçimimize şiddet uyguladı! Örneğin artık sayıların, somut bilimsel verilerin hiçbir önemi yok. Basında, sosyal medyada ve eğlence sektöründe çıkarılan gürültü gerçeğin yerini aldı. Toplumda şartlı refleks oluşturuldu. Eğer kocasını öldüren kadın sayısı karısını öldüren erkek sayısında fazla ise bunun önemsiz olduğunu düşünecek kadar sığırlaştık. “Kadın öldürdü ise elbet haklıdır; erkek kim bilir neler çektirmiştir” diyecek kadar robotlaştık. Müge Anlı’nın bir programında (aratın: “Müge anlı muz serası”) birkaç program boyunca türlü türlü yalanlar söyleyen kadının, kocasının katili olduğu anlaşılınca (adamı öldürüp muz serasına gömmüş) kadını hemen polise teslim etmek yerine aklama telaşına girdiler. “Neden yaptın” soruları sorarak kendini açıklamasına ve haklı nedenler sunmasına izin verdiler! Program bu aşamasından sonra kocasını öldüren kadına kocasının ne kadar kötü, rezil bir adam olduğunu, haklı nedenle öldürdüğünü, “vah zavallı kadın” olduğunu anlatması için araç oldu. Program serisi boyunca yalanlar söyleyen kadının suçunu itiraf ettiği an yayından alınıp geri kalan ifadesini Türk adaleti önünde vermesi gerekirdi, halkın önünde değil! Çünkü elbette ki her suçlu haklı ya da haksız gerekçeler sunacak, suçunu hafifletmek isteyecektir. Suçlunun bu aşamada canlı yayında konuşturulması basın suçu olmalıdır. Aynısını bir erkek yapsaydı eminiz buna izin verilmeyecek ve yaka paça götürülecekti. Çünkü polisimize, savcımıza ve gazetecilerimize göre erkek insan değildir ve kendini açıklamasına izin verilmemelidir! Erkeğe “neden yaptın” diye sorulmaz!

Mafyadan “ödemezsen seni vururuz” tehdidi ile borç alıp, ödeyemeyince vurulan bir kişi için “ne işin vardı gidip mafyadan borç aldın” diyen birisine “vay sen mafyayı haklı buldun” diyor muyuz?  Oysa bugünün erkek düşmanı Türkiye’sinde durum şu: Mafyadan “ödemezsen seni vururuz” tehdidi ile borç alıp, ödeyemeyince vurulan bir kişi erkek ise bu ancak vakayı adiye oluyor. Hatta “salak mısın oğlum mafyadan borç mu alınır” deniyor. Ama eğer kadın ise beynimizde farklı bir düğmeye basılıyor, farklı ahlak formülleri etkinleştiriliyor ve sıradan olay “kadına şiddet” olarak sınıflandırılıyor. Böylece, toplumsal sorunları çözmemizi sağlayacak tartışmaların içerisinde, içerisinde “kadın” kelimesi geçenleri “kadına şiddet” klasörüne kaldırıp saf dışı bırakıyoruz.  Örneğini çok gördük. Dolmuşçu ırza geçti, kimse dolmuş denen rezil ulaşım yöntemini tartışmadı. Kadınların sorunu sayıldı. İnsanlar otobüslere sığmadılar, kimse belediyenin hemşerilere neden sığır muamelesi yaptığını sorgulamadı. Kadınların sorunu sayıldı. Erkeğin elinden çocukları dahil her şeyin alındığı zalim bir boşanma hukuku yürürlüğe kondu, öfke ve çaresizlik içinde saldırıya geçen erkekler (eğer kendine kıymadıysa) kadınların sorunu oldu. Böyle bir ortamda toplum sorunlarını çözebilir mi?

Adam sabah evden çıkar, apartman yöneticisine küfreder, kapıcıyı azarlar, trafikte kavga eder birisini pataklar, işe gider işçisini ezer, akşam da eve gelip karısını tartaklar. Feminizm toplumun ahlakını öyle ikiyüzlü bir hale getirmiştir ki bu adam sadece karısını dövdüğü için kötü sayılır. Merkezi hükümet ve belediyeler mağdur kadını korumak için tüm çabalarını ücretsiz danışmanlara, ücretsiz avukatlara, mor çağrı düğmelerine harcarlar. Toplumun içinde yaşayan bu kötü adamın kötü olmasından kimse söz etmez; ezdiği erkek işçiden kimsenin umurunda değildir; park yeri dayağı attığı erkek sürücü kimsenin umurunda değildir; adamın mağdur ettiği başka her kim varsa, hele erkekse sumen altıdır konu. Siz söyleyin, kötülükleri örtmek ve kökleştirmek için bundan daha güzel bir yöntem var mı?

Moda denilen canavarı kimse tartışmaz. Her gün reklamlarda, filmlerde, dizilerde verilen çekici olma, farklı ve dikkat çekici olma çağrılarının erkek ve kadın zihinlerinde ve ahlakta yarattığı tahribatı kimse konuşmaz. Bu bilinçli propagandadan etkilenip sürekli teşhir peşine düşen zavallı kızın nasıl bu hale düştüğü konuşulmaz (çünkü bu onun “kadın hakkıdır” ya). Yine aynı bilinçli propagandadan etkilenip kızın çağrısına karşılık veren erkek ise suçlu ilan ediliverir. Ahlaki çifte standartlar edinmek için bundan daha güzel bir yöntem var mı?

Evinin kapısını açık bıraktığı için evi soyulana “sen de neden açık bıraktın kapını birader?” diye sorarsanız bunu kimse yanlış anlamaz. Belli ki bunu soran hırsızı aklamıyordur. Oysa başına kötülük gelen kıza “o saate ıssız sokakta ne işin vardı” diye soramazsınız, böyle bir cümle sansürlenmiştir, sormaya cesaret eden kazığa oturtulup ateşe verilir. O sokakta beş erkek de bıçaklansa, o sokak başlı başına kötülük üreten bir sokak olsa, polis görevini yapmıyor olsa bunu feminizm tartıştırmaz. “Hayır, bu bir kadın sorunudur!” Siz söyleyin, kötülükleri örtmek için bundan daha güzel bir yöntem var mı?

Feminizm bu tutumuyla kötülükleri örtüyor, kökleştiriyor, taşlaştırıyor. Çünkü gerçek kavramları, işlevsel sözcükleri kullanılamaz; gerçek sorunlarımızı tartışılamaz hale getiriyor. Feminist buyruklara bir kez secde ettiniz mi artık toplumu çöküşe götüren kötülükleri konuşma şansınız yoktur; sınırlı sayıda filtrelenmiş kavramlarınız vardır artık. Kelimelerinizin yerleri değiştirilmiş; anlamları kaydırılmıştır. Bu kavramlarla konuşmazsanız herkes sizi kınar, yaftalar, aşağılar; bir tartışma ortamı oluşmaz.

Bergen olayını şöyle de okuyabilirdik: Bergen “sahneleri bırakma” şartı ile yanlış bir sözleşme yapmış (borçlanmış) ve borcuna sadık kalmayınca vurulmuş, çünkü sözleşme yaptığı kişi zaten bu kapasitede birisiymiş, kendisi de bunun farkındaymış. Ama haşa! Bunu yapamayız, yaparsak suç işlemiş oluruz! Bu çok çağdaş, çok ileri, eşitlikçi ülkede kadınlara ve erkeklere evlenmeden önce nasıl eş seçeceklerini öğretme hakkımız yoktur! “Mor çağrı düğmesi” olan hiçbir belediyenin “mafya reisi bana eş olarak uygun mu” acil eylem düğmesi yoktur. “İyi anne ve baba nasıl olunur” yardım hatları yoktur.

Toplumda bir şeyleri düzeltmeye çalışanlar ameliyattan, neşter vurmaktan kaçınmaz. İyilik yapmaya çalışır gibi gözüküp bozgunculuk çıkarmaya çalışan, gizli ajandası olanlar ise kaçak dövüşür, uydurdukları kavramlar üzerine önce insanları ikna edip taraftar toplarlar, daha sonra da her neşter darbesinde uydurdukları kavramların arkasına saklanırlar; tribüne oynarlar.

Size tavsiyemiz “kadına şiddet” bilinçaltı kodunu içeren haberlere, yazılara, filmlere, dizilere, sosyal medya paylaşımlarına, siyasetçi söylemlerine rastladığınızda parmağınızı birkaç kez şıklatın ve önce hipnozdan kendinizi bir çıkarın. Feminizm kadınları kullanarak kadınların da dahil olduğu toplumu çökertecek tehlikeli bir oyun oynamaktadır. Bunun ayırdına varın.

Leave a Reply

Doğrulama *Captcha loading...

Pin It on Pinterest