Film incelemesi

Sinemada Örtülü Feminist Aşılama – 4

Erkek kedi Tom'a kök söktüren fare dişi kediden kaçıyor.

Sinemada örtülü ve açık feminist aşılama konusunu değerlendirirken bazı yaygın yanlış anlamalardan veya bilgi eksiklerinden kurtulmakta yarar var:

– Aşılama “subliminal” denen yöntemlerle olmak zorunda değildir. Senaryoya, seçilen sözcüklere, sahnelerin inceliğine yedirilmiş olabilir.

– Aşılama Netflix ve RTÜK yokken de vardı.

– Feminizm AKP Türkiye’sinden, internetten, İstanbul Sözleşmesi’nden, AB’den, Soros’pu çocuğu STK’lardan önce de vardı.

– Feminizm modern bir olgudur. Feminizmin uzak atası denebilecek yargıların ilk türeyişi modernizmin başlangıcına, yani üç yüzyıl öncesine dayanır.

Bunları düzelttikten sonra incelemelerimize geçelim.

Filmler:

Alien dizisi
Altın Göz (Golden Eye)
Arı Filmi (Bee Movie)
Aşkımı Asla (Can’t Buy Me Love) (1987)
Azınlık Raporu (Minority Report) (2002)
Barbie (2023)
Emoji Filmi (The Emoji Movie) (2017)
Gerçeğe Çağrı (Total Recall) (1990)
Hotel Transylvania 2 (2015)
John Wick (2014)
Kahraman Uzaylılar (Escape From Planet Earth) (2013)
Kopya Cinayetler (Copycat) (1995)
Lipstick (1976)
Lucy (2014)
The Meg 2: The Trench (2023)
She-Hulk (2022)
The Simpsons Movie (2007)
Şövalye (Chevalier) (2015)
Tell It To The Bees (2018)
Tenet (2020)
Terminator 2 (1991)
Tom ve Jerry (2021)
Yedi (Seven) (1995)

Alien filmleri (1979-1997)

1979’da çekilmiş olan ilk film Alien’da feminizm hiç yok. Herkes ölüyor, yalnızca kadın karakterlerden biri sağ kalıyor ama film bunu erkekleri küçük düşürmeden, zayıf veya budala göstermeden yapıyor.

İkinci film Aliens’da feminist gündem çok belirgin. Yönetmen Titanik ve Terminator 2’den bildiğimiz James Cameron. Kadının film boyunca kurtarmaya çalıştığı kız çocuğu kendisinden beklenmeyecek bir soğukkanlılık ve direnç gösteriyor. Komando takımındaki en sert ve dirençli askerin bir kadın olması gözümüzden kaçmıyor. Komando takımında sinirlerine hakim olamayan ve moral olarak çöken erkeklerin yanında kadın komando, küçük kız çocuğu ve baş karakter Ripley sapasağlam, çelik gibiler.

Öykü kaldığı yerden sonraki filmde devam ediyor. Aliens’ın sonunda kız çocuğuyla birlikte kurtulan Ripley, Alien 3’ün başında yalnızca erkeklerin yaşadığı bir hapishane gezegene düşüyor. Yine cinsiyet gerginliği var. Film, kadına kadın olduğu için güvenmeyenleri yargılıyor. Bunun yanı sıra dindar Hristiyanlara da üstü örtülü bir ikiyüzlülük göndermesi olduğu gözümüzden kaçmıyor.

Dördüncü film Alien: Resurrection’da kadını kadın olduğu için küçümseyen kaba saba erkeklerin dersini aldığı bir sahne var. Kadın (!?) ve ufak tefek olduğu için aşağılanan bir android, insan kadın karakterle birlikte filmin sonunda sağ kalmayı başarıyor. Bütün erkekler ölüyor.

Sonraki filmlerdeki aşılamayı daha önce incelemiştik.

 

Altın Göz (Golden Eye) (1995)

Feministlerin Bond romanlarını ve filmlerini “kadın düşmanı” olarak suçlamaları inanılmaz bir yüzsüzlüktür. Pek çok Bond filminde kadınlar Bond’u bile alt etmeyi başaran “özgür, güçlü, bağımsız” tiplerdir. Sözgelimi Octopussy (1983) filminde bir kadın büyük bir örgütün “CEO”su, yani tam feministlerin kadını görmek istedikleri konumdadır. The Living Daylights (1987) filminde zorla eline silah tutuşturulmuş genç, çıtkırıldım bir kadın, erkeklere kahramanlık öğreten bir Jean D’Arc kesiliyor. Licence To Kill’de (1989) yine benzer bir kadın var. Feminist, her bir kadının ayağının altında ezilen en az bir erkek görmüyor olduğunda “kadın düşmanlığından” söz eder.

Golden Eye filmi uzun sayılabilecek bir aradan sonra çekilmiş 90’ların ilk Bond filmi. 80’lerde feminizm yeni bir aşamaya girdikten sonra çekilmiş ve 90’ların feminist yükselişine paralel olarak, daha önce feminist ajandayı izleme konusunda çok değil, azıcık geride kalmış olan Bond filmlerinin gerçek anlamda ve yoğun olarak feminist boyayla boyanmasının başlangıcı oluyor. Filmin başında 00X biriminin müdürü olan M rolünde bir kadını görüyoruz. Daha önce bu rolde hep erkekler vardı. Bond “eski müdür şöyleydi böyleydi, bu sorunu şöyle çözmek gerekmez miydi” gibisinden konuşmaya başlayınca M, “ister beğen ister beğenme, bundan sonra patronun benim” imasında konuşuyor ve konuyla hiç ilgisi olmamasına rağmen Bond’u “cinsiyetçi, kadın düşmanı bir dinozor” olmakla suçluyor. Bakın bu cümle çok önemli. Dikkat ettiyseniz kadın, çalışanların hepsi (en azından bu filme kadar) erkek olan bir özel tim birimine müdür olarak atanıyor. Kadın, emri altındaki erkeğe “cinsiyetçi dinozor” diyor. En son ne zaman bir erkeğin bir kadına haklı bir gerekçeyle bile olsa “dinozor” dediğini duydunuz? Dediği anda cinsiyetçilikle suçlar, tefe korlar, burnundan fitil fitil getirirler. İşte, Hollywood güdümlü sinema ve liberal güdümlü televizyon ve basının hipnozunda kalmış olan hiç kimsenin farkına varamadığı önemli ayrıntılar bunlar. Bond süt dökmüş kedi gibi hakareti yutuyor ve göreve başlıyor. Burada aslında yapımcı, M’yi kullanarak önceki Bond filmlerini yargılıyor ve “o dönem bitti, artık sapına kadar secde etmiş durumdayız” dercesine feminist seyirciye kendini aklıyor. Az önce açıkladığım üzere önceki Bond filmleri kadın düşmanı falan değildi. Bond ne kabahat işledi diye önceki filmlere baktığımızda Bond’un gördüğü her kadınla sevişmeye çalışmaktan başka bir kötülük etmediğini görüyoruz. Bond asla kadınlara tecavüz etmedi, hatta kadınlar çoğu kez kendileri Bond’a ilgi gösterdiler, onu baştan çıkardılar, hatta zorladılar (tecavüz sayılır). Ve fakat yeni feminist ahlaka göre bu “kadın düşmanlığı” oluyor! 90’larla ve 2000’lerle birlikte pek çok batılı ülkenin mahkemeleri, zorlama ve tehdit olmasa bile erkek sanıkları tecavüzden mahkum etmeye başladı. Kendi rızasıyla ilişkiye giren kadınların da tecavüze uğramış olabileceğini savunan içtihatlar yapıldı ve bu mantıkla ülkemizde de yasa değişiklikleri yapıldı (araştırın: “katalog suçlar”). Yapımcıların M’ye söylettikleri şeyler kesinlikle eğlendirme veya senaryoya anlamlı bir katkı yapma amaçlı değildir.

Film baştan sona feminist dokunuşlarla dolu. Az önce Bond’un hiç bir kadına tecavüze kalkışmadığını söylemiştim. Bu filmde ise kadının biri Bond’a tecavüze yelteniyor. Evet, kaba kuvvet kullanarak Bond’la ilişkiye girmeye çalışan sadist-mazohist bu kadın, Bond’un başarılı direnişiyle karşılaşınca “yine yalnızca sen/siz zevk aldın(ız)” diye yakınıyor. Bakın bu çok acayip bir senaryo. Bu söz, doyuma ulaşması önemsenmeyen kadınların eşlerine (iffetsizseler seviştikleri bütün erkeklere) feminizm sonrası çağda yönelttikleri bir sitemdir. Burada tecavüzcü kadın cezalandırılmamış olmasına rağmen mağdurmuş gibi gösteriliyor! Bond’un kendisine tecavüze kalkan bir erkeği cezalandırmadan bırakacağını, en azından iyi bir sopa çekmeden bırakacağını düşünebiliyor musunuz?

KGB adına hekırlık yapan iki kişiden birini genç ve güzel bir kadın olarak görüyoruz. Güzel olmasını boşuna yazmadım çünkü gerçek hekıra benzeyen öbür hekır, genç ama hekır klişesine uyan, koca gözlüklü, çelimsiz, Hollywood standartlarına göre çirkin (İng. nerd) bir erkek. Aynı klişe kadına uygulanmıyor.

Bu kadın sonraki sahnelerden birinde birbiriyle kavga eden Bond’u ve Rus bakanı “oyuncaklı oğlanlar” diye azarlıyor. Evet, “eşitlikçi” Bond filmi, bir İngiliz ajanının ve bir Rus bakanın genç, çıtkırıldım bir kadının azarını ve hakaretini yuttuğu bir evrende geçiyor.

Filmde senaryoya hiç bir katkısı olmamakla birlikte kadınlara kötü davranan bir erkek sahnesi de var.

Filmde kötü adamların şefleri hep erkek. Bond kadın düşmanlarına neredeyse hiç vurmuyor. Onu öldürmeye bile çalışsalar onları kolayca bağışlıyor. Bond sokak deyimiyle bir *msalak. Böyle birinin kahraman olduğu yerde kadına düşmanlık söz konusu olamaz. Bond filmlerini kadın düşmanlığıyla suçlamak her şeye tek yönlü bakıp kendine yontan hastalıklı, paranoyak psikolojinin ürünüdür. Ömrü boyunca Yahudi yapımcılara para kazandırmış olan Marlon Brando kariyerinin son günlerinde “Hollywood’u Yahudiler yönetiyor” dedi diye -ki tartışılacak bir şey değildir, bunu Yahudiler kendileri de söyler, araştırabilirsiniz- Yahudi düşmanlığı yapmakla suçlamak bunun bir örneğidir.

 

Arı Filmi (Bee Movie)

Arı, insana şunu diyor: “Why is your life any more valuable than mine?” Yani senin yaşamın neden benimkinden değerli?” Evet, burada bir hayvanseverlik aşılaması var, konumuzla ilgisiz gibi ama kadın, yaklaşık aynı şeyi söyleyerek arıyı öldürmek isteyen adama vuruyor (videosu şurada). Daha kötüsü, kadın arı için kocasını terk ediyor. Evet, bu iyi karakter.

 

Aşkımı Asla (Can’t Buy Me Love) (1987)

Erkeğin haksız olmadığı halde kadınından özür dilediği yüzlerce filmden biri… Bu durumu filmlerde ve televizyon dizilerinde görmeye o kadar alıştırıldık ki kadının erkekten özür dilemesi gerektiğinde bunun farkına varmıyoruz. Amerika’nın zehirli lise ortamında inek bir erkek öğrenci popüler olmak için bir plan yapar. Okulun en güzel kızıyla bir ay birlikte görünmek için kıza yüklü miktarda para öder. Kız o anda içinde bulunduğu borçlu durumdan kurtulmak için kabul eder. İkisi de ömür boyu gizlilik sözü verirler. Plan işe yarar, oğlan popüler olur, kızlar onunla çıkmak için sıraya girerler. Ancak kız oğlandan gerçekten hoşlanmaya başlar. Oğlan durumu anlamaz, haliyle karşılık da vermez. Anlaştıkları süre bitince senaryo gereği kızı bırakır. Kız içkiyi fazla kaçırdığı bir gece partisinde dümeni herkese anlatarak verdiği sözü bozar. Ama oğlan kızdan özür diler! Evet manyakça, inanması zor ama bir alay film böyle. Suçu işleyen kadın, özür dilemesi gereken erkek…

 

Azınlık Raporu (Minority Report) (2002)

Film, karısını başka bir adamla kendisini aldatırken yakalayan ve adamı öldüren birinin görüntüsüyle başlıyor. Ardından gelecekte işlenecek suçları önceden gören polis kahininden az önce ekranda izlediğimiz suçun ne olduğunu duyuyoruz: “Cinayet.” Doğru mu? Doğru ama bir şeyi atlamadık mı? Bu sahnede eşini aldatmanın bir suç olmadığı aşılamasını alıyor ve bu suça karşı biraz daha hoşgörülü kıvama gelmiş olarak yaşamımızı sürdürüyoruz. Bu film çekildiğinde Türkiye’de ve daha pek çok ülkede evli insanların eşlerini aldatmaları hapisle cezalandırılan bir suçtu.

Bu arada film boyunca gösterilen bütün suçlar saldırı suçu. Hatta birim yalnızca adam öldürme suçu üzerine çalışıyor. İnsanları birbirine kırdırmak, ihaleye fesat karıştırmak, yalan haber yazmak, piyasa tekeli olmak, insanları aç bırakmak vb. “şiddetsiz” suçlar asla suçtan sayılmıyor. Ama senaryo öyle diyeceksiniz ama asıl büyük ve örgütlü suçların konu edildiği film veya çizgi roman görmüyoruz, sorun bu. Çünkü bunlar görsel temelli, en düşük zeka düzeyine seslenen eğlencelerdir. Hem görseldir hem eğlencedir. Sözünü ettiğim büyük suçların ne fotoğrafı, ne filmi olur ne de eğlenceli öykülere vesile olur. İşte onun için çizgi roman, film ve tiyatro aptallaştırır.

Bir sahne üstü örtülü ve açıklanmamış biçimde bırakılıyor. Öyleyse istediğimiz gibi yorumlama hakkımız var. Polis memuru, kahinlerden birini içinde durduğu havuzdan alıp sokağa çıkarıyor. Kadın kahin, sokakta yürürken gözüne ilişen kişilerin yakın geleceklerini görüyor ister istemez. Hızlıca yürürlerken bir kadının elini tutup “he knows dont go home” diyor. Yani “(erkek) biliyor, eve gitme”. Özellikle belirsiz bırakılmış ama dramatik bir şey olması gerektiğini düşünürsek kadının kocasını aldattığını kocası biliyor, belki evde zina arkadaşıyla buluşacak ve adam bunlara baskın yapmayı planlıyor, filmin başındaki olaydaki gibi. Filmin başında gösterilen aldatma cinayeti tam olarak böyle olmuştu. Şimdi bu kahin iyilik yapıp denize mi attı? Bu soruya erkek nefretiniz yanıt verecek.

Bu üçüz kahinlerden kız olan elbetteki erkek olan ikisinden daha yetenekli… Filmde gösterilen cinayetlerin ikisinde de bir erkek bir kadını öldürüyor.

Repliklerden biri: “Gözlerimi bana annem verdi.” Sanki anası mitoz bölünmeyle üremiş gibi.

 

Barbie (2023)

Hollywood bunu hep yapıyor. Besbelli yetişkinlere yönelik olan filmi çocuk filmi gibi gösteriyor. Pek çok animasyon sinema filmi ve televizyon dizisi böyledir örneğin. Ve bunda açık seçik kötü niyet vardır. Barbie’yi çocuklar izlemek istediler ve izlediler. Çocuğuna Barbie bebek alan ana-babaların zaten dünyadan haberleri yok. Nasıl bir ruh hastası çocuk yetiştirmekte olduklarını bilmiyorlar.

Film, geleneksel oyuncak bebeklerini kıran kızların görüntüsüyle başlıyor. Bu geleneksel bebekleri hatırlayan kalmadıysa hatırlatalım. Bunlar çoğunlukla annelik temalıdır. Kız çocuğuna annelik aşılarlar. Herhangi bir eğitim programının bir parçası olarak değil, kız çocuğunun doğal yatkınlığı öyle olduğu için. Feministler sizi tersine inandırmaya çalışadursunlar, ruhu ve zihni iğfal edilmemiş bir kız çocuğuna bir oyuncak tabanca ve bir oyuncak bebek sunarsanız bebeği seçer. Eğer farklı bebekler sunarsanız anne-çocuk ilişkisini canlandırmasına yardımcı olacak bebeği seçer. Bu bilimsel gözlemlerle sabittir. Kız çocuklarının bu sahnede geleneksel bebekleri parçalıyor olmaları o devrin bittiğini, kız çocuklarının artık feminist (=erkek düşmanı), potansiyel eşcinsel ve potansiyel ruh hastaları olarak yetiştirildiği Barbie devrinin başladığını simgeliyor.

Evet, bu filmi izleyecek ve eğer o ana dek yeterli erkek düşmanlığını dozunu almadılarsa bunu tamamlayacaklar. Filmin reklam afişlerinde erkek düşmanlığı belirgin. Ken arabanın koltuğuna bile oturmuyor gördüğünüz gibi. Geleneksel dünyada Ken arabayı kullanır, Barbie ise yolcu koltuğunda otururdu. Aslında bu çok güzel bir karşılaştırma. “Kadın hakları” hareketi kılığındaki feminizm eğer zerre kadar eşitlik talep etseydi Ken filmde yolcu koltuğuna oturtulurdu. Yine adil olmazdı ama en azından misilleme yapılıyor diyebilirdik. Ama hayır, o bir insan bile değil ve en fazla bagajı hak ediyor. Taliban’ı veya S. Arabistan’ı kadınlara araba kullandırmıyor veya arka koltuğa oturtuyor diye yerden yere vuran feministleri ve yerli basını hatırladınız mı? En kadın düşmanı sayılan toplum bile “kadınları öldürelim” dememiştir ama feministler ciddi ciddi erkeklerin ölmesini diliyorlar. Zaten feminizm hiç bir zaman eşitlik meraklısı olmadı.

Ama filmdeki anlatıcı ısrarla “eşitlikten” söz ediyor. Bunu söylerken gözümüzün içine baka baka eşitsiz bir dünya gösteriyorlar. Her yerde kadın var, kadınlar mutlak egemen ve ortalıkta dik duran bir tane erkek yok. Anlatıcı devam ediyor: “Sizin dünyanızda erkeğin yaptığı her işi bizde kadınlar yapıyor.” Bu yalanı yutmak için film ve televizyon izleye izleye, haber okuya okuya, diploma ala ala embesile dönmüş olmak gerek. Eğer bu doğru olsaydı modern dünyada yönetici ve egemen konumda gördüğümüz herkes erkek olurdu. Kesinlikle değil. Üniversite rektörleri ve dekanları, öğretim üyeleri, başbakanlar, vekiller, şirket yöneticileri, yazarlar, yayıncılar vb… Buralarda ciddi oranda kadın nüfus var. Sözde “ataerkil” denen Türkiye’de son seçimde kadın muhtarların ve kadın belediye başkanlarının oranına bakıverin.

Filmde erkekler erkeklikten çıkmış, sünepe şamaroğlanlarına dönmüşler. Çoğu ibne gibi görünüyor, kadınlardan azar üstüne azar işitiyorlar. Bunun tersi hiç oldu mu tarihte, kadınlar bu durumda hiç kaldılar mı?
Dönme bir erkek bile var filmde ve başından sonuna dek kadın olarak gösteriliyor. Ve bu erkek normal erkekler gibi ezilmiyor.

Ve tıpkı yerli dizilerde olduğu gibi gördüğümüz her erkek (kadın kılığında olan hariç) sırılsıklam geri zekalı. Tek varlık amacı Barbie’ye kendini beğendirmeye çalışmak. Barbie, Ken’le otistik veya geri zekalı bir çocukla konuşur gibi konuşuyor. Feminist kadınların ıslak rüyası bu işte. “O benim için zıplasın, tek dünyası ben olayım, ona köpek çekeyim.” Film, çoğunluğu kız çocuklarından oluşan seyircilere erkeklerle uyumlu ve mutlu bir yaşam sürme izni vermiyor.

Erkeklerin hamamböceği konumunda olduğu filmde “erkek egemen” (patriarchy) sözcüğünün bunaltacak kadar sık kullanılması kötü senaryo yazımı olarak açıklanamaz. Çünkü gerçek dünyada aynısı oluyor. Bir toplumda feminizm ne kadar baskın olduysa, erkek ne kadar ikinci sınıf yurttaş olduysa “erkek egemen” sözcüğü o kadar sık kullanılır hale geliyor, Türkiye’de örneğini gördüğümüz gibi.

Filmde gerçek dünyaya, Los Angeles’e geliyorlar ama bu da bizim bildiğimiz gerçek dünyaya benzemiyorlar. Barbie, erkeklerin ona “bakışlarında şiddet olduğunu” söylüyor. Feministler “psikolojik şiddet” ve “sözel şiddet” uydurma kavramlarından sonra “bakış şiddeti”ni de sözcük dağarcıklarına eklerlerse şaşırmayacağız.

Bu gerçek dünya öyle gerçekdışı ki, gerçek dünyadaki kadınlardan biri burada “kadın olmanın olanaksız olduğunu” söylüyor.
Bir sahnede gerçek dünyadaki kadınlardan biri Barbie’yi “dizginsiz tüketimle gezegeni öldürmekle”, “cinsellik yüklü kapitalizmle” ve “faşizmle” suçluyor. Bu sahnede Barbie oyuncaklarının eski dünyanın gelenekçi değerlerini kısmen de olsa sürdürdüğü yıllara gönderme var. Tıpkı Golden Eye filminde James Bond’un eski haliyle hesaplaşıldığı gibi eski Barbie ile hesaplaşılıyor. Belli ki yeni Barbie oyuncaklar lezbiyen feministler olacak. Ama dalga geçer gibi, dizginsiz tüketimden yakınan bu sahnenin hemen ardından ürün yerleştirme sahnesi geliyor ve uzun uzun araba reklamı izliyoruz! Hayır, normal. Feminizm saf ikiyüzlülüktür.

Bu sırada Ken’in gerçek bir pislik olduğunu öğreniyoruz ve Barbie dünyasında gördüğü hamamböceği muamalesini hak ettiğine ikna oluyoruz. Çünkü “erkek egemen” toplumu seviyor. Burada geçen bir diyalog çok önemli:
Ken: Bana lütfen maaşı iyi olan etkili bir iş verin.
Patron: Yüksek lisans gerekli. Çoğu çalışanımızın doktorası var.
Ken: Erkek olmak yetmiyor mu?
Patron: Aslında şu anda tam tersi.
Ken: Siz erkek egemenliği iyi beceremiyorsunuz.
Patron: Hayır, gayet beceriyoruz. Sadece çok iyi gizliyoruz.
Bu diyalogdaki şeytanlığı fark edebildiniz mi? Bu, tam olarak bugün sapına kadar kadın egemen duruma gelmiş olan Avrupa ve Amerika toplumlarında kadının hâlâ, evet hâlâ ezildiğini, yalnızca bunun “çok iyi gizlendiğini” ima ediyor! Kısır döngü… Yani kadına ne verirseniz verin, feministler ona hiç bir şey verilmediğini iddia etmenin giderek daha saçma, gizemli, açıklanamaz ve tartışılamaz yollarını icat edecekler. Ve burada Ken’in “ben erkeğim” diyerek iş istemesine dikkat edin. Modern zamanlarda hiç bir erkek bunu söylemedi.

Daha da iğrenci geliyor. Barbie kadınlar şunu diyorlar:
“Erkeklerin düşlerini gerçekleştirin. Ve tam mutluluğun doruğundalarken, senin umursadığını düşünürlerken hepsini ellerinden alın.”
Kız çocuklarına bunu öğretiyorlar!

Filmin sonunda Ken, Barbie’ye yüksek mahkemede tek bir erkek üyenin olması için yalvarıyor. Barbie bunu “eşitlik” adına geri çeviriyor. Kız çocuklarına örnek gösterilen kişi, erkeklere acı çektirerek mutlu olan bir ruh hastası. Barbie bir tür tanrılığa yükseliyor ve film bitiyor.

Şimdi eğer bu “komedi” filminin çocukların ve gençlere nefret ektiğine ikna olmadıysanız, abarttığımızı düşünüyorsanız başa dönün ve erkeğin yerine kadını, kadının yerine erkeği koyarak ikinci kez okuyun ve öyle bir filmi nasıl karşılardınız, kendinize sorun.

ABD’de filmlerin küçüklere uygun olup olmadığına MPAA adlı kurum karar veriyor. Modern ahlakın ne kadar ikiyüzlü olduğu bu filmin 13+ yaş derecelendirilmesinden belli. Türkiye elbette Amerika’nn kuyruğu olduğu için orada neyse burada da o oluyor. Yani bu filmi 13 yaşındaki Türk çocukları izledi. Modern ahlaka göre bir filmin “çocuklara uygun değil” notunu alması için yalnızca kan veya açık cinsellik olması gerekiyor. Bunun dışındaki türlü türlü ahlaksızlık, çeşit çeşit kötü örnek kesinlikle dikkate alınmıyor. Bu filmde okunan bir şarkıdaki dize:
“Bu *m çok soğuk, sakince takılıyoruz.”
Şarkı ayrıca b*k ve s*k sözcüklerini içeriyor.
Şimdi düşünün: Hem Türkiye’de hem ABD’de 18 yaşın altındaki bir kadınla birlikte olan erkek tecavüzcü sayılıyor. Yani bu filmi izleyip anlayacağı, kötü de etkilenmeyeceği varsayılan dişi, bunun üzerine tam 5 yaş daha olgunlaşsa da çocuk sayılıyor! Varın açıklayın bu çelişkiyi…

Barbie’nin Yahudi yaratıcısı muradına erdi. Yahudi basının Handler’ı ve filmi nasıl övdüğüne dikkat edin:
https://www.salom.com.tr/haber/128001/ruth-handlerin-efsanevi-barbiesi-gercek-dunyada
https://www.salom.com.tr/koseyazisi/128010/barbie-filmine-gidilir-mi
https://www.salom.com.tr/arsiv/haber/106184/ruth-handler (çeviri makinelerinde İspanyolcayı seçin)
Çünkü feminizm Yahudiliğin kazanında pişmiştir. Feminist fikir önderlerinin çoğu Yahudidir. Dünyanın en feminist iki ülkesi İsveç ve İsrail’dir. Filmin iki yazarından biri bilinen bir feminist, öbürü New York Yahudisi. Yapımcılar arasında Yahudiler var. Yahudiler tarafından hazırlanan şu siteye de bir göz atıverin: http://www.jewornotjew.com/profile.jsp?ID=334

 

Emoji Filmi (The Emoji Movie) (2017)

Çok kötü bir çocuk filmi ama çocukların kötü filmleri ayırt etmeyip izlemek isteyeceği bilindiği için bunun fazla bir önemi yok. Filmde en güçlü karakter Jailbreak, filmin tek ana dişi karakteri ve bütün erkek karakterlerden daha akıllı ve güçlü. “Kendin olmalısın” mesajı (bkz. “olmak istediğin şey olabilirsin”) aslında “toplumun ahlaki değerlerini ve kültürünü hiçe say” mesajı anlamına geliyor. Buna eşcinsellik ve dönmelik de dahil.

 

Gerçeğe Çağrı (Total Recall) (1990)

Doksanıncı dakika dolayında filmin baş kötü karakteri Cohaagen, bir kadının saygılı, uyumlu ve minnettar olması gerektiğini söylüyor. Evet, bir satırlık replik deyip geçemeyiz. Çürütülmek veya itibarsızlaştırılmak istenen düşünceyi itibarsız kişilere söyletmek bilinen bir propaganda yöntemidir. Haber basını bunu sistemli olarak yapar. Gözden düşürülmek istenen gerçek iyi bilinenlerce söylendiğinde haberini yapmayıp sözgelimi Erdoğan gibi iyi bilinmeyen kişiler söylendiğinde manşete koyarlar.

 

Hotel Transylvania 2 (2015)

Baş karakter kızın babası geri kafalı. Ama kızına söz geçiremediği için, yapacağı evlilik ve yetiştireceği çocukla ilgili olarak onun canavar (kendi ırkı /kültürü) olarak büyüyüp büyümemesinin önemli olmadığını, “dilediği şey” olabileceğini söylüyor. Damadıyla bu konuda gizlice anlaşıp torununu bir canavar olarak büyütebilmek için geliniyle tatile gönderiyor. Çokkültürcülüğün feminizmle doğrudan ilgisi var çünkü “olmak istediğin şey olabilirsin” sloganı hem eşcinselliği hem de etnik köken ve din olarak karma evlilikleri savunmak için kullanılır. Artık sağır sultanın bile iyice anladığı üzere eşcinsellik feminizmle yakın müttefiktir çünkü savaş açtıkları şey geleneksel ahlakın bütünüdür. Cinsiyet rolleri de bunun önemli bir parçasıdır.

Damadın aklı bir karış havada, baba ise kızına söz geçiremiyor. Dede de baba gibi geri kafalı. Bu ikisi “ataerkilliği” temsil ediyor. Filmdeki tek olgun karakter kız. Çocuklarımıza örnek olarak bu isyankar kız, babasının ve kocasının sözünü dinlemiyor, feminist deyimle “özgür, güçlü, bağımsız” bir portre çiziyor.

“Böyle ev yemekleri yiyemeyeceksin çünkü işletmeden mezun olup şirketimi kurduğumda…”

 

John Wick (2014)

Çetenin bütün adamlarını sinek öldürür gibi öldürüyor, kadını sağ bırakıyor…

 

Kahraman Uzaylılar (Escape From Planet Earth) (2013)

Bir başka gökadada Baab gezegeninin insana çok benzeyen uzaylı uygarlığının Dünya’ya astronot göndermesinin öyküsünü anlatan film gerçek bir propaganda ve beyin yıkama bombası. Bu aşılama paketinde tanrıtanımazlık ve çokkültürcülüğün yanında feminizm de var. Yaklaşık on altıncı dakikada kadın televizyon spikeri astronotun poposunu ekranda görüp “bu giysinin içinde nefis görünüyor” deyip kendinden geçiyor. Filmi izleyen çocuğumuz kadının erkeğe asılmasının, -affedersiniz- cinsel tacizde bulunmasının normal bir şey olduğunu öğrendi. Uzay dairesinin patronu kadın. Bunları izleyen çocuk büyüyünce annenin çocuğunu bakıcıya terk edip “kariyer yapmasını” normal karşılayacak.

 

Kopya Cinayetler (Copycat) (1995)

Film bir bilimadamının kürsüde yaptığı konuşmayla başlıyor. Özellikle “bilim kadını” demedim çünkü bu ve “bilim insanı” sözcükleri feminist bozgunculuğun dilimize soktuğu piç sözcüklerdir. Doğrusu, bilimadamı biçiminde birleşik yazmaktır. Çünkü bilimadamı sözcüğünde cinsiyet olmadığını herkes bilir. “Bu işin adamı”, “adam sen de” örneklerinde olduğu gibi. Feministler bunlarda cinsiyet kast edildiğini öne sürerek hepimizi geri zekalı yapmaya çalışıyorlar. Filme dönüyorum. Kadın, Amerika’da en sık rastlanan seri katillerin özelliklerini sayıyor. Beyaz erkekmiş bunlar. Salonda “beyaz erkekler ayağa kalksın” diyor. “Hadi utanmayın, bütün zamanınızı bizi dikizlemek için harcıyorsunuz zaten.” Sonra “şunlara bir “bakın diyor dinleyicilere. “Normal görünen adamlar. Kimi yakışıklı. Ama” diyor “seri katiller aynı bunlara benziyorlardı. Tamam oturun, beni korkutuyorsunuz” diyerek oturtuyor. Onlar da hakareti yuttukları gibi, kuzu gibi oturuyorlar. Bu sahne erkek düşmanlığının ciğeridir, doruğudur, başka bir şey değildir. Mesela şöyle bir erkek konuşmacı düşünün:

Adam kadın suçlulara çalışan bir kriminolog olsun. Konferans salonunda “20-35 yaş arası bütün kadınlar ayağa kalksın” diyor. Sonra diyor ki “AIDS bulaştıran hayat kadınları da aynı sizin gibi temiz görünüyor. Tamam oturun, beni tiksindiriyorsunuz.”

Nasıl oldu böyle? Ne o, mideniz mi bulandı? Çok mu ters geldi? Ama kadın bunun aynısını yaptı! Hakarete uğrayan erkekler dahil hiç kimse olumsuz tepki vermedi, hatta alkışladılar. Bu bir film ve film bunu göstererek erkeklere bu tür hakaretleri yutmalarını, kanıksamalarını emrediyor. Bu sahnede aynı zamanda ırkçılık da var. Bunu anlamadıysanız yine aynı yöntemi kullanın. Kişilerin yerlerini değiştirin:

Kürsüde beyaz bir Amerikalı, öfke cinayetlerini anlatıyor olsun. “Salondaki siyah erkekler ayağa kalksın…” diye başlıyor mesela. Adam muhtemelen o salondan çıkamaz. Linç edildiği yetmiyormuş gibi bir de ırkçı olmakla suçlanır, sargılar içinde mahkemeye çıkarılır. Kadın tam olarak bunu yapıyor!

Ender rastlansa da kadın seri katiller var. Buna rağmen bu kadın erkekleri, üstelik beyaz erkekleri “onda dokuz” diyerek hedef gösteriyor. Beyaz erkekleri hedef gösteren bu film Türkiye’de sinemalarda gösterildi. TCK’nin halkı cinsiyet temelli olarak ayırmak, kin ve düşmanlık yapmak maddesi adilce uygulansa gösteriminin yasaklanması, eğer gösterildiyse film şirketinin yöneticilerinin yargılanması gerekirdi.

Hakarete uğrayıp sırıtan erkek.

 

Lipstick (1976)

Feminizmin amentüsü gibi film. Feministlerin cinsel tecavüz (Türkçesi ırza geçmedir feministler aile çağrışımı nedeniyle kullanmazlar) tanımını bire bir yapan bir film.

Manken kadın, adamı reddediyor. Reddedilen adam zevk için değil üstünlük, baskınlık ve güç göstermek için saldırıyor. Feministler tecavüzcülerin yalnızca reddedilmeyi sindiremeyen eziklerden çıktığına bizi inandırmak isterler. Böylece kadının dilediği anda, geri dönülmez noktaları geçtikten sonra bile erkeğine dur komutu verebilmesini, erkeğin bir robot veya köpek gibi bu komuta boyun eğmeyi öğrenmesini, kadının elinde oyuncak olmak da dahil olmak üzere bu muameleyi sindirmesini, bunu yapamıyorsa kendisinin bir tecavüzcü olduğuna inanmasını talep ederler. İkincisi; feministler ırza geçme suçunun cinsellikten yoksun bırakılmakla veya kışkırtılmakla ilgisi olmadığını, yalnızca bir güç gösterisi olduğunu öne sürerler. Adam bu hareketiyle her iki klişeye uyuyor.

Mahkemede saldırganın avukatı kadının bedenindeki bir kaç izi kadının sert sevişmeyi sevmesine yoruyor ve beraat talep ediyor. Feministlerin kadının beyanının esas olması talepleri vardır. Yani her normal davada işleyen kanıta başvurma sürecinin bütünüyle atlanmasını ve sanık erkeğin yargısız infaz edilmesini talep ederler. “Tecavüzün kanıtı olmaz” diyerek kadının bedeninde zorlama izi aranmaması gerektiğini söylerler. Böylece bir cinsel birleşmenin saldırı olup olmadığına sonradan ve gönlünce karar verme yetkisinin kadına verilmesini talep ederler. Adli yargının evrensel değişmezleri olan masumiyet karinesini ve kanıt zorunluluğunu kadının müşteki olduğu durumlarda ortadan kaldırmak isterler. Ve böylece tecavüzün batılı kadınların en büyük fantezisi olduğu, sertlik görmeyi seven kadınların olduğu, “sık, ısır, vur” gibi yönergelerin yatak odalarının olağan hali olabildiği gibi gerçeklerin üzerini bütünüyle örtmek isterler. Bu bilginin kaynağını porno içerikli kadın dergisi olan Cosmopolitan’ın cinsel fantezilerle ilgili makalelerinde ve bilimsel araştırmalarda bulabilirsiniz.

Sanık avukatı kadının adamın önünde soyunduğuna dikkat çekerek kadının davet ettiğini, kışkırttığını öne sürüyor. Yeterli delil bulunamadığı için adam beraat ediyor. Feministler bir kadının ne yaparsa yapsın bir erkeği çağırmış olmayacağını, bir başka deyişle bir kadının yaptıklarından sorumlu olmadığını öne sürerler. Irza geçme suçunda kışkırtma etmeninin dikkate alınmamasını talep ederler. Olayın bir saldırı olup olmadığına karar verirken kadının kur yapmış olmasının göz ardı edilmesini talep ederler. Saldırı gerçekleştiğine hükmedildiğinde ise kışkırtmanın bir ceza indirimi konusu yapılmamasını talep ederler (bkz. Yukarıdaki paragraf, yoksun bırakılma konusu). Yani bu avukat ve hakim feministlerin ırza geçme suçunun yargılamasında yasaklanmasını istedikleri her şeyi yapmış oluyorlar.

Beraat eden adam kadının kız kardeşinin de ırzına geçiyor. Bir kez ırza geçen erkeğin bunu yine yapacağını öne sürerler. Bu adamları ömür boyu hapse tıkmak, hadım etmek (bkz. Mezarına Tüküreceğim filmi), insanlıktan çıkarmak gibi sapıkça talepler bu varsayıma dayanır.

Kadın intikam için adamı öldürüyor. Ama mahkemede her nasılsa yasalara ve vicdana aykırı olarak beraat ediyor. Burası da feministlerin bir kadın bir erkeği öldürürse mutlaka haklı bir nedenden dolayı, bir erkek bir kadını öldürürse mutlaka canavarlığından dolayı olduğu iddialarını desteklemek için yazılmış gibi. Kocasını öldüren Çilem Doğan, Fatma Koç gibi kadınlar için hiç utanmadan beraat isterlerken (ve aslında suçluyu övme suçunu işlemelerine rağmen ceza görmeyerek kayırılırlarken) bu feminist dogmaya dayanıyorlar.

Bu film feministlerin bütün bu taleplerini onaylamak için yapılmış gibi. Filmin yapımcılarının Yahudi olduğunu ekleyelim. Yahudiliğin feminizmle çok yakından ilişkisi vardır. Feminizm Yahudiliğin kazanında pişmiştir ve onun pek çok özelliğini gösterir. Bu konuyu derinlemesine incelemeyi bir başka yazıya bırakıyoruz.

 

Lucy (2014)

Görünen o ki bu filmde pek çok okült mesaj gizli. Biz burada yalnızca feminist mesajı ayıklıyoruz.

Birincisi şu: Sıradan biriyken bir kurgu bilimsel kazayla süperinsana dönüşen kahraman erkek de olabilirdi. Örneğin Limitless (2011) filminde benzer bir kazayla zekası hızlanan kahramanın erkek olduğu gibi. Feminizm ve/veya eşitlikçilik ideolojileriyle koşullandırılmış, nasıl düşünmeleri gerektiği kendilerine tek yanlı olarak öğretilmiş zihinler diyecekler ki, “Ne fark eder? Erkek de olur, kadın da. Film bu. Ayrıca çekici erkek kahramanla kadın izleyicileri, çekici kadın kahramanla erkek izleyicileri avlıyorlar. Bunun feminizmle değil, parayla ilgisi var.” Süpermen de 1938 yılında kadın olarak çizilebilirdi, çizilmedi. Sayısız Amerikalı ve Avrupalı güçlü çizgi roman kahramanı kadın olarak çizilebilirdi, çizilmedi; güçlü karakterlerde ağırlık hep erkektedir. Bilim-kurgu olsun, macera, polisiye olsun, savaş, tarih vb. sayısız filmde güçlü kahramanlar hep erkek olageldi. Kadına da saygı duyuldu, kadın karakterler de yaratıldı ama kadın kahramanlar güçleriyle, korkusuzluklarıyla, meydan okuma ve savaşma yetileriyle değil, kadınsı nitelikleriyle yer aldılar bu anlatılarda. Peki, Lucy neden kadın? Hollywood’un yalnızca para kazanmaya çalıştığı yalanını aklınızdan ne kadar çabuk çıkarırsanız, hepimiz için o kadar iyi.

 

The Meg 2: The Trench (2023)

Bu ikinci sınıf filmdeki bütün kötüleri deniz canavarları yiyor. Plajda kadınlara “sırtımı yağlar mısınız” diyen orta yaşlı adam da buna dahil. Kadınların “ıyy” diye karşılık vermesi bu erkeğin saygısızlığı için yeterli ceza değil (biliyorsunuz orta yaşlı erkekler iğrenç yaratıklardır ama orta yaşlı kadınlar şarap gibidir!) ki adama dersini dev ahtapot veriyor. Ayrıca filmde onca erkeğin arasında en korkusuz karakter lise yaşında bir kız çocuğu.

 

Oblivion (2013)

Şu senaryoyu yazıyorsunuz: İşgalci bir uzaylı (veya kaynağı belirsiz bir makina) dünyanın suyunu tüketip yok ediyor, herkesi öldürüyor ve bunu başarmak için seçilmiş insanların beynini yıkayarak onları kendisi için savaştırıyor. Dünyayı kurtarmak için savaştıklarına inanırken aslında sağ kalanları yok ediyorlar. Bu askerlerin emir aldıkları komutanı neden bir kadın görüntüsünde yaparsınız? Üstelik asker takımları biri karargahtan çıkmayan kadın ve biri muharip erkekten oluşan çiftlerden oluşurken?

 

She-Hulk (2022)

Erkek Hulk’u çizgi romandan ve filmlerden biliyoruz. Normal ve zeki bir adam, yeşil deve dönüşünce aptallaşıyor, çocuk zekalı oluyordu. Dişisi olan She-Hulk aptallaşmıyor. Hatta yeşil yeşil avukatlık yapıyor, yani zihinsel bir meslek icra ediyor. Yaratıcısı Stan Lee’nin Yahudi olduğunu öğrenince bu durum biraz daha anlaşılır oluyor.

Örtülü eşcinsellik propagandası da var. Kadının yeşil olmasının işini yapmasına engel olmayacağını öne sürmesi, eşcinsellerin eşcinsel olmalarının işlerini yapmalarına engel olmayacağını öne sürmelerinin temsilidir. Hatta bunun bir adım ötesine geçiliyor, müşterilerin özgür seçimleriyle bu avukatla çalışmak istememeleri ahlaksızlık olarak gösteriliyor. Tıpkı evini eşcinsele vermek istemeyen ev sahibinin, erkeğin daha verimli olacağı bir işte erkekleri işe almak isteyen patronun medyada ahlaksız olarak gösterildiği gibi. Yani kadın avukat olmakta özgür ama ben onu kendimce bir nedenden dolayı ona vekalet vermek istemezsem özgür değil, ahlaksız oluyorum! Ne, yoksa özgürlük ve ahlak birbiriyle çelişen şeyler mi? A, bunu şimdiye dek neden fark edemedim? Çok fazla film izliyorum, aptallaştım, ondandır.

 

The Simpsons Movie (2007)

Diziden bildiğimiz yoğun feminizm devam ediyor. Aptal ve sorumsuz Homer’ın olgun ve zeki karısı Marge çocukları alıp kaçıyor. Marge suç işlemiş biri olarak değil çok vicdanlı ve bunu üzülerek yapan biri olarak gösteriliyor. Karakter çatık kaşlı olmayınca ve “nıhahaha” gibisinden şerli kahkaha atmayınca bu filmleri sürüngen beyni düzeyiyle izleyen ortalama seyirci bir ahlaksızlık yapılmamış gibi algılıyor. Homer da boyun eğiyor, “bana bunu yapamazsın” demiyor, mahkemeye koşmuyor. Kadınına secde etmiş uslu bir erkeğin yapması gerektiği gibi üzülmekle ve kabullenmekle yetiniyor.

 

Şövalye (Chevalier) (2015)

Bir grup erkek arkadaş açık denizde balık partisiyle bir hafta geçirmek istiyorlar. Zaman geçirmek için ilginç bir oyun oynamaya karar veriyorlar: “Hangimiz en iyi?” Akla gelebilecek her yönden birbirlerini sınıyor ve yarışıyorlar. Ama hayır, olgun insanların aklına değil, oğlan çocuklarının veya ergenlerin aklına gelecek konularda. Kiminki daha büyük, kim daha uzun sert kalabiliyor, kim nefesini daha uzun tutabiliyor gibi saçma sapan şeyler. Bunu yaparken kendilerini gülünç durumlara düşüyorlar. Kadın senarist ve yönetmen, aklınca maço erkek tipiyle dalga geçiyor. Gülüp gülmemek size kalmış ama şunu sormadan gülmeyin: Benzer bir senaryo kadınlar için çekilseydi aynı şekilde gülecek miydiniz? Evetse, neden kimse yapmıyor o filmi?

 

Tell It To The Bees (2018)

Eşcinsellik propagandası yapan filmlerin hemen hepsi aynı… Bu filmde iki eşcinsel karakter var. Öykünün ortasında yer alan, öyküyü gözünden izlediğimiz oğlanın annesi ve onun eşcinsel ilişki yaşadığı kasabaya yeni taşınan kadın doktorun çilesi konu ediliyor. Filmde bütün heteroseksüeller kötü. Kötü olmayan tek heteroseksüel kişi var, o da zina yapıp gebe kalan bir genç kız. Bu şablonu unutmayın çünkü neredeyse bütün eşcinsellik savunucusu filmlerde aynısını bulacaksınız. Bütün heteroseksüeller, özellikle de eşcinsellerden uzak durmak isteyenler ahlaksız ve suçlu kişiler olarak gösteriliyor. Bu ahlaksız güruhtan olmak istemiyorsanız en azından zina etmenizi kocanızı boynuzlamanız veya tastamam bir feminist olmanız gerekiyor.

 

Tenet (2020)

Gerçek dünyada boşanmış kadınlar çocuklarını babalarından çalarlar, görmelerine izin vermezler. Filmde tersi oluyor, babası çocuğu anasından çalıyor. Özel savunma mekanizmaları geliştirmemiş olan, yani acaba “bu filmde nasıl ideolojik ve ahlaki aşılamalar var” diye sormayı ve her baktığı, her kulak verdiği veriyi yargılamayı alışkanlık edinmemiş kişiler filmde gördükleri olaylarla gerçek yaşamdaki olayları birbirinden ayıramazlar. Bu, bilinçaltı dediğimiz mekanizmanın bilimsel olarak saptanmış bir sonucudur.

 

Terminator 2 (1991)

Baş kahraman Sarah Connor’un sözleri:

“Senin gibi s*ktiğim erkekleri atom bombasını yaptılar. Senin gibi erkekler düşündüler bunu. Çok yaratıcı olduğunuzu sanıyorsunuz. Gerçekte yaratmanın ne olduğunu bilmiyorsunuz. Bir yaşam yaratmanın… İçinde büyüdüğünü hissetmenin… Tek bildiğiniz öldürmek ve yok etmek.”

Kadın, erkek mucit mühendis Miles Dyson’a bunları söylüyor. Bundan önce de orta yaşlarında bekar kalmasının suçunu erkeklere atmıştı. Robotun Sarah’ın oğlu John Connor’ı korumaktan başka bir görevi olmamasını baba adaylarının yaşamda başka kaygıları da olmasıyla karşılaştırmış, “erkek değil misiniz, şu robot kadar olamıyorsunuz” noktasına varmıştı. Koca adaylarına giydirdiği bu sahnenin filme hiç bir katkısı ve olay örgüsüne bir etkisi yok. Bu Sarah Connor karakterinin değme SAT komandosunda bulunamayacak vuruşma ve silah kullanma yeteneğiyle, taktik bilgiyle ve sinir sağlamlığıyla donanmış olduğunu da hatırlatayım. Film boyunca omzu açık giysiler seçilmiş ki kaslı omuzlarını iyice görelim, “bu kadının erkekten nesi eksik” diyelim. 1991 yapımı bu filmi gösterime girdikten bir kaç yıl sonra video kasetten izlediğimi hatırlıyorum. O yaşımda bu mesajların hiçbirini almamıştım. Yetişkinlik, hatta olgunluk yaşına gelenler bile bu mesajları kaçırıyorlar. Ama yalnızca bilinçlerinden kaçıyor. Bilinçaltına emin olun giriyor bu mesajlar. Ve birikiyor. Yavaş yavaş, usul usul, dünya, yaşam ve cinsiyetler hakkındaki yargılarını değiştiriyor.

 

Tom ve Jerry (2021)

Otele düğün yapmaya hazırlanan bir çift geliyor. Müstakbel gelin pahalı nişan yüzüğünü kaybettiğini kadın otel görevlisine (Kayla) söylüyor. Damat yüzüğün parmağında olmadığını fark edip sorduğunda Kayla durumu kurtarmak için o anda bir yalan uyduruyor ve “temizletmek üzere ben aldım” diyor. Damat kaybetmemesi için uyarmış, geline kasaya koymasını söylemiş. Gelinin açık bir sorumsuzluğu var ve fakat dürüst olmak yerine “kadın dayanışmasıyla” erkeği idare etmenin iyi bir şey olduğu gösteriliyor küçük izleyiciye.

Otelin erkek görevlisi Terence, Kayla’nın hatasını kapatmaya çalışırken kazayla otelin cam çatısı çöküyor. Kayla kendini kurtarmak için müdüre yalan söylüyor ve müdür sorumluluğu Terence’a yüklüyor. Bu Kayla’nın ikinci değil, üçüncü ahlaksızlığı. Filmin başında oteldeki işe girerken başkasının yerini almış ve yalan söylemişti. Kayla yaptıklarının hiçbir olumsuz sonucunu görmüyor. Çocuklar ve gençler eğlence sektörü tarafından işte böyle eğitiliyor.

Düğün gününde gelin “evlenmekten vazgeçiyorum” diyerek sanki normal bir şey yapıyormuş gibi basıp gidiyor. Damat da kuzu kuzu razı oluyor. Hatta bununla da kalmıyor, sanki kendisi yanlış bir şey yapmış gibi gelinden özür dileyip yeniden evlenme teklif ediyor. Yazınca tuhaf oldu, farkındayım ama inanın, gerçekten böyle oluyor!

Erkek kedi Tom’a kök söktüren fare dişi kediden kaçıyor.

 

Yedi (Seven) (1995)

Kadın gebe… Gebeliğini çocuğun babasına söylemek yerine Somerset’e söylüyor. Somerset (filmin iyi, bilge adamı) çocuğu aldırma kararının kendisine ait olduğunu ve kocasına söylememesini söylüyor. Sanki kadınlar çocuğu tek başlarına yapıyorlar, sahibi kendileri ve çocuğu öldürüp öldürmeme kararı da kendilerine ait. “Benim bedenim, benim kararım” sloganı tam olarak bunu anlatır. Bu slogan hem erkeği hem de kadının karnındaki cenini bir hiç değerine düşürür. Rahimdeki bebeğin “kendi bedeni” olduğunu ve yalnızca bedenden ibaret olduğunu öne sürmek bir akıl ve vicdan sürecinin çıktısı olabilir mi?

2 Comments

  1. Misafir

    Youtube’da “Sinemanın Katilleri SJW’ler” adlı bir vidyoya denk geldim. Vidyoyu çeken kişi bir kısa film yarışmasında jüri olmasından bahsediyor. 10 kişilik jüri kadrosunun 5’i erkek, 5’i kadınmış. Bu jüridekiler, aday olan yarışmacıların isimlerini ve cinsiyetlerini bilmeden 10 kişiyi seçmişler. Seçtikleri kişilerin tamamı erkek çıkınca ilgili kurum puanlamayı tekrar yapmalarını istemiş. Bu sefer sonuç 1 kadına 9 erkek çıkmış ama yine tekrar istemişler. Böyle böyle sayıyı arttırmışlar ve hak eden erkekler sırf kadın olmadıkları için elenmiş. Aday olan projelerin çok az bir kısmı kadınlara aitmiş ama kayırmacılık sayesinde 10 kişi arasına girebilmişler.

    https://youtu.be/Nfzx1HDcAXw?t=395

    İbretlik işler. Bunlar şimdi “adalet savaşçıları” mı? Haksızlık yaparak mı adil oluyorlar?

    • Comment by post author

      feminizmnedir

      “Pozitif ayrımcılık” tam olarak böyle bir şey. Pek çok yerde açık, pek çok yerde de örtülü ve sinsi olarak yapılıyor. Mesela Rolling Stone dergisinin tüm zamanların en iyi 250 gitaristi listesine baktığınızda üst sıralarda beklenmedik bir kadın bolluğu görürsünüz. Nasıl bir seçim yaptıklarını bilmek için listeyi hazırlayan takımda yer almaya gerek yok. İş dünyası ödülleri, sanat ödülleri vb. aynı gizli gündemle dağıtıldığında ayrımcılık bazen sırıtıyor, kendini belli ediyor.

Leave a Reply

Doğrulama *Captcha loading...

Pin It on Pinterest