Film incelemesi

Sinemada Örtülü Feminist Aşılama – 2

Açıkça feminist bir gündeme hizmet ettiği söylenmeyen, “aktivist” olduğu düşünülmeyen ama alt metinde veya göstere göstere erkek düşmanlığı yapan filmleri incelemeyi sürdürüyoruz.

Bu yazıda inceleyeceğimiz filmler:

Fifth Element /Beşinci Element (1997)
Valerian / Bin Gezegen İmparatorluğu (2017)
Three Billboards Outside Ebbing, Missouri /Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri (2017)
What Women Want /Kadınlar Ne İster (2000)
Shallow Hal /Alçak Adam (2001)
John Q (2002)
Irreversible /Dönüş Yok (2002)
Enough /Yeter (2002)
Chevalier /Şövalye (2015)
Phone Booth /Telefon Kulübesi (2002)
Upgrade (2018)
Irrational Man (2015)
Z for Zachariah (2015)

 

Fifth Element /Beşinci Element (1997)

Kurtarıcıyı (mesih) içeren kapsülün (tabutun) bir parçasını patlamadan kurtarıyorlar. Bu sırada komutan ve asker kurtarıcıdan “he” (İng. eril “o” adılı) diye söz ediyorlar. “It” (İng. cinsiyetsizler ve nesneler için kullanılan “o” adılı) deseler bir sorun olmayacak, çünkü kurtarıcının bir insan olup olmadığını bile henüz bilmiyorlar. Daha sonra rahip de ona “he” diyecek. Burada senaristin oyunculara “he” dedirtmesinin nedeni, kıyamet kurtarıcısının bir erkek olacağı varsayımının yanlışlığına dikkat çekmek. Çünkü birazdan kurtarıcı, kadın olarak ortaya çıkacak. Hindu Veda’larında, Zerdüşt kitaplarında, Eski Ahit’te, Yeni Ahit’te ve Kuran’da anlatılan peygamberler ve Tanrı’nın adamları hep erkektir. Durum böyleyken kurtarıcının erkek olacağını varsaymak gerçekte hata değildir. Filmin bize gösterdiği “mükemmel” insan olan kadın, herkesin önünde soyunuyor, beğendiği her erkekle düşüp kalkıyor. Kusurlu normal kadınlar için ne güzel bir rol modeli…

 

Valerian / Bin Gezegen İmparatorluğu (2017)

Feminist sabıkasını Fifthe Element ve diğer filmlerinden bildiğimiz Luc Besson’dan bir başka zehirli meyve. Yoğunluğuyla baş döndürüyor.

Film boyunca kız (Laureline), rütbe olarak üstü olan Valerian’a baskın çıkıyor. Ondan aldığı emirlerle dalga geçiyor, ona akıl veriyor, ondan daha akıllıca davranıyor, onun yaşamını kurtarıyor. Valerian filmin sonunda kendisine evlenme teklif ettiğinde onu paylaması tam bir feminizm klasiği: Valerian, teklifine bir yanıt alamadığını söylüyor. “Kafam karıştı, sevgi böyle bir şey mi?” diye salak salak soruyor. Kızdan “Hayır, ama ben böyle bir şeyim” biçiminde maço bir yanıt alıyor. Pearl halkının ölü prensesinin ruhu bir gün boyunca Valerian’ın bedeninde kalmıştı. Kız bunu hatırlatıyor ve “bir gün boyunca bedeninde bir kadınla yaşadın ve hiç bir şey öğrenemedin” diyor. Valerian’ı oynayacak oyuncunun seçimi de son derece feministçe. Çizgiromana baktığımızda Valerian’ı açıkça Leureline’dan daha uzun boylu ve geniş çeneli görüyoruz (resme bkz.). Oysa filmde Valerian ufak tefek, Leureline’la aynı boyda, ince sesli ve bebek yüzlü. Laureline’ı oynayan Cara Delevigne’in gerçek boyu 170, Valerian’ı oynayan Dane DeHaan’ın boyu 175cm. Özellikle kısa boylu bir oyuncu seçtikleri yetmiyormuş gibi, yan yana oldukları sahnelerde beş santimlik farkı da kamufle etmişler. Bu pek çok filmde yapılan yaygın bir uygulama. Özellikle Tom Cruise gibi kısa boylu oyuncuların rol arkadaşlarının yanında tuhaf resim vermemesi için, herhangi bir ideolojik amaç gütmeksizin yapılır. Ama örtülü feminist aşılama yapan filmlerde bu psikolojik amaçlarla, izleyiciye “güçlü kadın, zayıf erkek” izlenimini bilinçaltı düzeyde vermek için yapılıyor.

Oyuncuları gerçek boylarıyla gördüğümüz tek sahne. Büyük olasılıkla unuttular.

Filmin kötü adamı olan General, binbaşıya Pearl kralını tutuklamasını emrettiğinde, Binbaşı Valerian General’e “bir dakika erkek erkeğe konuşalım” diyor ve onu kenara çekiyor. Ardından bir yumrukla bayıltıyor. Filmde erkeklikten söz edilen tek sahne burası. Yani deniyor ki, “erkek erkeğe konuşma ancak yumruklaşma biçiminde olabilir. Erkek erkeğe iletişim diye bir şey yoktur.”

Laureline, komutanı olan Valerian’a Pearl halkının gezegeni yeniden inşa etmesi için gerekli olan dönüştürücüyü vermesini söylüyor. Valerian, dönüştürünün devlet malı olduğunu, bunu yaparsa bir asker olarak yasayı çiğneyip görevine ihanet etmiş olacağını söylüyor. Bu anda Laureline, herhalde erkek olduğu için kafası basmayan Valerian’a insanlık ve sevgi dersi vermeye başlıyor. Bunu yaparken Pearl halkının yöneticisi olan kraliçeyi gösteriyor ve onu, kendi halkı yok edilmesine rağmen bağışlayabilen biri olarak örnek gösteriyor. Pearl halkını yöneten kişi kral değil, kraliçe. Yani bunlar “anaerkil” bir toplum. Senarist anaerkilliği barışla, sevgiyle özdeşleştiriyor. Bu Pearl halkı o kadar barışçıl ki, kendi ırkını yok edenleri bağışlıyor, eli mızraklı yüz kişiyle karşılarında durmalarına rağmen Valerian’ın elindeki dönüştürücüyü almak için bir girişimde bulunmuyorlar. Bu o kadar yetenekli bir halk ki, avcı-toplayıcı, yani uygar olmayan bir yaşam sürerken gezegenleri yok olunca, kurtulan bir avuç kişiyle bütün uygarlığı bir çırpıda öğreniyor, gezegenlerini yeniden inşa edecek bilgi birikimine ve yeteneğe ulaşıyorlar. Anaerkillik bu kadar yüksek bir şeymiş demek ki…

Aquaman filminde benzerini gördüğümüz sahne. Kadın, erkeğini başını tutarak öpüyor. Eski filmlerde erkeklerden gördüğümüz, baskınlık, irade ve sevecenlik işareti olan davranıştır.

Bu arada figüran gibi kraliçenin yanında durmaktan fazla bir şey yapmayan Pearl kralı, kılıbıklıkta Valerian’la yarışıyor. Barışçı Pearl kralını (daha doğrusu kraliçenin kılıbık kocasını) bir kadına seslendirtmişler. Barışçı erkeklerin kadınsı olduğu, dolayısıyla erkeksi erkeklerin çatışmacı ve saldırgan olduğu imasıdır.

Ve atlamadan geçemeyeceğimiz beşinci nokta, genelevde eşcinsel fahişelerin olması.

 

Three Billboards Outside Ebbing, Missouri /Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri (2017)

Yüzlerce ödüle boğulan, Türkiye’de üstelik festivalde gösterilen bu azgın feminist filmde kadın, polise, tecavüze uğrayan kızının failini bulamadığı için kızıyor ve akıl veriyor. “Kasabadaki sekiz yaşından büyük tüm erkeklerin kan örneklerini al” diyor. Polis bunun yurttaşlık haklarına ve anayasaya aykırı olduğunu söylüyor. Ayrıca “ya kasabadan geçip giden biriyse” diyor. Kadın “O zaman ülkedeki herkesin kan örneğini al” diyor. Polis geri zekalı gibi kadınla tartışmayı sürdürüyor, “ya ülkeden geçip giden biriyse” diyor. Kadın, “o zaman doğan her erkek çocuğun kanını alıp bir veri tabanı yap” diyor. Neyi hatırlattı? Feminizm böyledir tam olarak. Bir gün Firavun bütün erkek bebekleri öldürmeye veya tecavüzcü diye damgalamaya başladığında o noktaya nasıl gelindiğini merak mı edeceksiniz? Bu filmler bizi o noktaya götürüyor işte.

 

What Women Want /Kadınlar Ne İster (2000)

“Erkekler kadınların ne istediklerini kestirmeye çalışmalı, bulmacayı çözmeli ve bütün enerjilerini onları memnun etmeye harcamalılar” varsayımı üzerine kurulu bir senaryo. Hollywood bunun tersini hiçbir zaman çekmeyecek. Ters senaryo, feminizme teslim olmuş bir Türkiye’de de çekilmeyecek.

 

Shallow Hal /Alçak Adam (2001)

Hal, yalnızca güzel kadınlara ilgi duyan sağlıklı bir adamdır. Bir gün bir kişisel gelişimci onu hipnoz ederek kadınların yalnızca “iç güzelliğini” görebilmesini sağlar. Hal 150 kiloluk çirkin bir kadına onun dünyanın en güzel kadını olduğunu düşünerek aşık olur ve olaylar gelişir. Filmin başında, Hal sığ ve bayağı bir herifken, kendisi gibi tıknaz ve çekici olmayan bir arkadaşıyla gece kulübünde güzel kadınlara kur yapıyor. İkisinin de eli boş kalıyor. Peki, sığ erkeklerin ilgisini şöyle boyuna posuna iki saniye bakarak geri çeviren bu kadınlar sığ ve alçak olmuyorlar mı? Film, izleyicinin böyle düşünmesini istemiyor ama çelişkili bir mesaj vermeye çalıştığınızda eleştirel okurlar bunu görürler. Feministler “şişman kadınların da güzel olduğu” sloganını dört yandan kafamıza çakar dururlar. Ama yalnızca şişman kadınlar güzeldir; şişman erkekler hâlâ çirkin yani, boşuna heveslenmeyin. Böyle olunca şişman ve çirkin kadınları beğenmeyen erkekler cinsiyetçi, hastalıklı, “alçak adam”lar oluyorlar tabi. Nikahı basar basmaz salan ve patatese dönen, sonra da “benimle ilgilenmiyorsun, niye gözün dışarıda” diye çanınıza ot tıkayan karınızı suçlamayın sayın erkekler. Hepsi sizin eşekliğiniz.

Filmde küçük bir sahne bulunuyor ki, senaryonun salt erkek düşmanlığı duygusuyla yazıldığına adımız gibi emin oluyoruz. Arkadaş grubu benzin istasyonunda duruyor, adam eldiven takıyor, soran arkadaşına “benzin istasyonundaki erkek tuvaletine çıplak elle girilir mi hiç” diyor. Benzin istasyonu tuvaleti demesi yeterliydi ama kirliliğin yalnızca erkek tuvaletinde olduğu imasında bulunuyor.

Hal’in değil, filmin alçaklığını anlamak için bu sitede her zaman önerdiğimiz şaşmaz yöntemi uygulayın. Erkeğin kadın karşısında ezilip büzüldüğü bütün öykülerde bu yöntemi uygulamanız tavsiye edilir: Cinsiyetlerin yerini değiştirin. Yalnızca kusursuz fiziğe sahip erkeklere ilgi duyan yüzeysel bir kadın olan Haley’e hipnoz yapılır. Alçak Haley, göbekli ve kel bir adama tutulur… Nasıl, sevimli geldi mi? Gelmediyse feminizmin hipnozu altındasınız.

 

John Q (2002)

Film, ani gelişen hastalığı nedeniyle ölmek üzere olan çocuğunu parasızlık yüzünden ameliyat ettiremediği için çırpınan, sonunda çareyi hastaneyi işgal edip doktoru rehin almakta bulan bir adamın öyküsü. Adamın karısının adama davranışı korkunç. Kadın çalışmıyor ve buna rağmen çocuğu kurtarmak için arabasını satmak, borç almak, iki işte çalışmak dahil her şeyi yapan adama “yeterince iyi değil” diyerek suçluyor! Sanki çocuğu kurtarmak yalnızca babanın sorumluluğuymuş gibi. Organ nakli sırası çocuğa gelmiyor, kadın adama “bir şeyler yap” diyor. Adam elinden geleni yaptığını söylüyor, kadın yine adamın tanrısı olarak emir veriyor: “Yeterince iyi değil, bir şeyler yap!” Adam bu sıkıştırmaya dayanamayarak en sonunda suç işliyor. Bu yetmiyor, adam doktora kendi organını alıp kendisini öldürmesini, böylece çocuğunu kurtarmasını söylüyor. Zavallı adamcağız feminizmin hipnozuna öyle bir girmiş ki “Karım da olsa yapardı” diyor. Ama yapmadı, görmedik. Filmin sonunda kadın çocuğun canını kurtaran kocasına “seninle gurur duyuyorum” diyor. Bu nasıl gurursa? Sanki adamın karısına bir borcu varmış veya kadın adamın bunu başarabilmesi için bir emek vermiş gibi. Adamı sıkıştırıp suç işlemesine neden olmaktan başka bir şey yapmadı, neyin gururu?

Filmin ilgisiz bir sahnesinde acil serviste sıra bekleyen bir kadın, sevgilisi olan adamı tekmeleyerek dövüyor. Bu sırada acil serviste bekleşenler, hemşireler ve doktorlar adama yardım etmedikleri, kadını durdurmadıkları gibi kahkahalarla gülüyorlar. Bekçi bile engellemiyor ve gülüyor. Kadının adamı dövme gerekçesi önemli değil, tek yapmanız gereken bu sahnede cinsiyetleri değiştirip gözünüzde canlandırmak…

 

Irreversible /Dönüş Yok (2002)

Azgın feminist bir film. Oysa basın bu filmı şiddet dolu sahneleriyle izlemenin ne kadar zor olduğu, tek planda çekilen uzun sahnelerin oyuncular için ne denli zor olduğu, sinematografik olarak ne kadar yenilikçi olduğu gibi yorumlarla karşılamış, her zaman olduğu gibi örtülü ideolojik ve politik içeriğine kör kalmıştı. Bu filme göre bir kadına tecavüz eden erkek öldürülmeyi hak etmiştir. Bu filme göre bir kadın gecenin köründe sokakta yarı çıplak gezebilmeli ve bunun için hiç kimseye hesap vermemelidir. Tecavüzcülerin neden tecavüz ettikleri kesinlikle konuşulmamalı, yalnızca cezalandırılmalıdır. Kadınların aşağılanmalarıyla ve güvenliklerinin tehlikeye girmesiyle sonuçlanacak davranışlarda neden bile bile direttikleri kesinlikle konuşulmamalıdır; kadınların seçimleri sorgulanamaz. Onlar hikmetinden sual olunamayan tanrılardır. Erkeğe sorgulamak değil, boyun eğmek düşer. Bu dogmalara boyun eğmeyen yorumcular alay konusu edilmeli, aşağılanmalı, dışlanmalı ve susturulmalıdır. Film bize tecavüzü yirmi dakika boyunca baştan sona gösteriyor ki iyice midemiz bulansın, adama ve erkeklere karşı kin ve nefret dolalım.

 

Enough /Yeter (2002)

Erkek düşmanlığı aşılamak için özenle hazırlanmış bir senaryo. Adam, karısını hiç bir kışkırtma olmadan, soğukkanlılıkla, dövüyor. Döverken de şu açıklamayı yapıyor: “Eve para getiren benim, kuralları ben koyarım.” Gerçekte karısına dayak atan hiç bir adam böyle değildir. Erkekler kışkırtılınca, sabırları taşınca, denetimsiz öfke anında vururlar (bu, dayakçı kadınların kocalarını durduk yere dövdüklerini anlamına gelmiyor elbette). Ama film gerçekdışı biçimde, zevk için, soğukkanlılıkla, ne yaptığını çok iyi bilerek karısını döven nefret dolu bir adamı, yani gerçekte olmayan bir karikatürü gösteriyor. Ve bunu bize “dayakçı koca” klişesi olarak yutturmaya çalışıyor.

 

Chevalier /Şövalye (2015)

Bir grup arkadaş açık denizde yatta balık tutmaya gidiyorlar. Şakayla karışık içlerinde hangisinin “en iyi” olduğunu yarışarak ortaya çıkarmaya karar veriyorlar. Bu yarışmalar boyunca birbirlerini küçük düşürüyorlar. Yetişkin erkekleri erkekliklerini yarıştırırken, maço olmaya çalışıp gülünç durumlara düşerek birbirlerini aşağılarken görüp eğleniyoruz. Sertleşmelerini bile yarıştırıyorlar. “Ne var bunda” mı diyorsunuz? Aynı senaryonun kadınlısını düşünün. Kimin daha iyi kadın olduğuna karar vermeye çalışıp aşağılanan, acınası durumlara düşen kadın arkadaş grubunu düşünün. Ve filmin bize bunu kadınlığı küçümser bir tonda gösterdiğini düşünün. Mesela kim daha iyi ıslanıyor yarışması yaptıklarını düşünün. Şövalye gibi hoş karşılanır, bir sürü ödül alır mıydı? Ve bu “kadın düşmanı” filmi bir erkek senarist ve yönetmenin yaptığını düşünün. Çünkü Şövalye’yi yazan da yöneten de kadın.

 

Phone Booth /Telefon Kulübesi (2002)

Reklamcı, kulübenin yanından geçerken çalan bir telefonu yanıtlamasıyla orada hapis kalıyor. Çünkü bir keskin nişancının hedefinde olduğunu ve canını kurtarmak için onun istediği şeyleri yapmak zorunda olduğunu anlıyor. Keskin nişancı, telefon kulübesinde tuzağa düşürdüğü adama karısını aldattığı için pislik muamelesi yapıyor. Kendisi olaydan zarar görmüş biri değil. Ölümle tehdit ettiği adamı karısına suçunu itiraf ettirmeye zorlayarak kendince adaleti gerçekleştiriyor. Burada yapmamız gereken yalnızca cinsiyetleri tersine çevirmek: Keskin nişancı kadın olsun, kocasını aldatan kadını telefon kulübesinde tuzağa düşürüyor olsun. Kadın herkesin önünde kocasına suçunu itiraf ediyor, hüngür hüngür ağlayarak keskin nişancıya teslim oluyor. Bu film sinemalarda oynuyor, beğeniliyor, koleksiyonlardaki yerini alıyor, basından, eleştirmenlerden hiç bir çatlak ses çıkmıyor. Feministler de bu filmi “kadın düşmanı” filmler listesine almıyorlar, gösterimini engellemiyorlar, boy boy kınama yazıları yazmıyorlar. Yalnızca düşlemeniz yeterli…

 

Upgrade (2018)

Olay yakın gelecekte, vücutların elektronik eklentilerle yeni yetenekler kazanabildiği bir zamanda geçiyor. Bir sahnede adam omuriliğindeki yongayı onaracak olan hekırın kapısını çalıyor. Cinsiyeti belirsiz biri kapıyı açıyor. Adam hekıra adını soruyor. Hekır adını söylemiyor, bir de “cinsiyetimi sorma” diyor. Adam da “peki” diyor. Gördüğümüz yüz bir kadına ait, duyduğumuz ses bir kadına ait ama film bizden gördüğümüz kadının cinsiyetini bil(e)mediğimizi düşünmemizi istiyor. Bunun senaryoya hiç bir katkısı yok ve diyaloğa salt aşılama olarak eklenmiş olmalı.

 

Irrational Man (2015)

Filmin kahramanı olan ellilerinde, bekar öğretim üyesi yaşama sevincini günden güne yitiriyor. Derken bir kafeteryada yan masadaki konuşmalara kulak misafiri oluyor. Bir kadın, dostlarına boşanmış olduğu kocasından çocukların vesayetini alamadığından şikayet ediyor. Hakim, kocasının avukatını tanıyormuş ve ona türlü kolaylık sağlıyormuş. Öğretim üyesinin bütün duyduğu bundan ibaret. Ama hakimi kafasında yargılayıp cezasını kesiyor. “Bu pislik herifi öldüreceğim” diyor, “işte yaşamıma anlam kazandıran yeni bir şey”. Şimdi tersini düşünün: Bir adamın dostlarına çocuklarının vesayetini alamadığından söz ettiğini düşünün. Bunu duyan kadın öğretim üyesi, çocuğun vesayetini babaya vermeyen kadın hakimi öldürmeye karar veriyor… Ve öldürüyor. Senarist böyle bir senaryoyu yazmazdı. Yazsaydı tepki çekerdi. Ama bu film tereyağından kıl çeker gibi sıyrılıyor. Çünkü kadını ne yaparsa yapsın mağdur göstermek artık standart, norm olmuştur. Senaryoya mağdur erkek karakter eklemek, kadına karşı hakkı yenen olarak göstermek artık kutsallara sövmek sayılmaktadır. Kadın, modernizmin yeni kutsalıdır. Bir başka deyişle yeni dokunulmazıdır. Senaristin ve yönetmenin Yahudi olduğunu hatırlatalım.

 

Z for Zachariah (2015)

Cinsel sınırsızlık aşılanıyor. Yeryüzünde kalmış son üç kişiden biri olan kadın, sevdiği adamı karşısına çıkan adamla (üçüncü kişi) aldatıveriyor. Bunu öğrenen sevgili, adamı öldürüyor. Yani erkeklerin dünyanın sonu gelse bile aptal erkek saldırganlığından vazgeçmeyecekleri akla getiriliyor. Burada çokkültürcülük aşılaması da görüyoruz. Adam zenci, kadın beyaz. Ama tersi değil. Çünkü Amerikalı ahlaksız beyaz kadınlarda zenci erkek fetişi bulunur. Hani son yıllarda bizde de şaka konusu olan bildik efsaneden dolayı… Yapımcılar bu fetişi kaşımak istiyorlar. Bu yüzden çokkültürcülük aşılamak isteyen filmlerde zenci kadın beyaz erkekten çok daha sık olarak zenci erkek beyaz kadın ikilisi görüyoruz. Burada bilinçaltı düzeyinde bir etmen daha var. Ne kadar feminist de olsa bir ilişkide erkek, kadınına egemen olan taraftır. Irklar arası çiftleri oluştururken öyküyü zenciyi beyaza egemen (bilinçaltı düzeyde) olacak biçimde yazmaları rastlantı değildir.

 

Leave a Reply

Doğrulama *Captcha loading...

Pin It on Pinterest